Çarşamba, Ağustos 29, 2007

RÜYÂ


Aynalı Baba, ney üflemeye başladı. Kulaklarım çok zayıflamıştı. Sesi sanki çok uzaklardan geliyor gibiydi. Yavaş yavaş duyumlarımdan, daha doğrusu dış görünüşümden sıyrılmaya başladım. Bir şey görmüyor, bir şey işitmiyordum. Bir süre uykuyu andırır bir halde kaldım. Bu durum çok sürmedi. Zihnim çalışmaya başladı. Fiziksel olarak bir şey hissetmezken kendimi garip bir âlemde görmeye başladım. Derin hayallere dalmıştım. Ne tuhaf! Gözlerim kapalı olduğu halde görüyordum…”
(Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, A’mâk-ı Hayâl)

Bu nasıl bir olay? Dış görünüşten sıyrılmak, sonra birşeyler işitip, görememek, fiziksel olarak bir şey hissedememek... Buna bazılarınız meditasyon diyebilirsiniz, bazılarınız rüya, bazılarınız ölüm deneyimi yani NDE(Near Death Experience)… ama ortak olan bir nokta var o da “bilincimiz” ve ne deneyimlersek deneyimleyelim, yaşanılan her deneyim dışarı değil içeride yani beynimizin içinde gerçekleşmektedir.

Rüyâ görmek de diğer zihinsel aktiviteler gibi zihinsel bir işlemdir. Elimizin, kolumuzun kalkmaması, göremememiz, işitemememiz tamamen beynin rüya halindeyken kaslara sinyal göndererek onları aktif olmasını engellemesinden başka bir şey değildir. Eğer bilimadamları, laboratuvar ortamında bilgisayarı kullanarak beyinde elektrik sinyali oluşturup, insanlara bu sinyallerle istenilen görüntüyü yaşattırabiliyorlarsa ve yapılan üç boyutlu ve gerçeğinden farkı olmayan bilgisayar simülasyonları yoluyla aslının aynı özelliklerine sahip görüntüler elde edilebiliyorlarsa ve dolayısıyla bu görüntüleri deneyimleyen insanlar, gerçeğinde olduğu gibi tepkiler verebiliyorlarsa, rüyâda gördüğümüz sanal bedenler,bizlerin hologram tekniğinden kaynaklanan yansımalarımız neden olmasın? Beyin kendi gerçeğini!! yarattığı gibi sanalını da yaratabilmektedir. Ancak buradaki soru; gerçek ve sanalın nasıl birbirinden ayrıldığıdır. Neye göre gerçek, neye göre sanal? …

Pek çoğumuz Arnold Swarzeneger’in başrolünü oynadığı “Total Recall”(Gerçeğe Çağrı) ve başrolünü Tom Cruise’un oynadığı “Vanilla Sky”(Vanilya Gökyüzü) filmlerini seyretmişizdir. İşte, her iki filmin dayandığı nokta da budur: Yaşadığımız bu âlem, sanalsa ve bir rüyâ ise?!?….
Bazen sabah kalktığımızda rüyâlarımızı paylaşmak isteriz. Bu rüyâlardan özellikle bazıları için şöyle demez miyiz?:“… aslında rüyâmda bunun bir rüyâ olduğunu biliyordum; kendime bu bir rüyâ dedim..”

İşte “lucid dreaming” yani duru, saf, açık rüyalar için yapılan tanımlama da tam budur: “Halâ uykuda olduğumuz halde uyanık hissetmek. Beyniniz “uyku” durumunda ama siz halâ rüyâ gördüğünüzün bilincindesinizdir. Gerçek anlamda rüyâ içinde uyanıksınızdır!!! Bu açık rüyâ hali genellikle uykunun REM(Rapid Eye Movement) döneminde gerçekleşir. Rüyâdaki bu devrede (REM) gözleriniz çok hızlı hareket ederken, vücudunuzdaki kol, bacak, vs gibi kaslar hareketsizdir.

Lucid dreaming’in (açık rüya) astral seyahatten farkı var mıdır? Pek çok kişi farkının olduğunu düşünmekte ve bu farkın; açık rüyâda bilincinizin vücudunuzu terk etmediği ve rüyâda olduğunuz, fakat astral seyahatte ise bilincinizin serbest halde vücudunuzdan ayrılarak dolaşması!!!

Sizce son teknolojik gelişmelere göre bu nasıl olabilir? Yaşadığımız her tecrübe, her an aslında beynimiz içindeki nöron aktivitelerinden başka bir şey değil mi?, beynimizin içinde oluşan görüntüler bize dışında oluşmuş gibi gelmekteyse o zaman vücudumuzun dışına çıkmak bildiğimiz yalın manada ne kadar geçerli?

Bu fikri destekler nitelikte geçen günlerde bilimadamlarının, sanal ortamda yani laboratuvar ortamında gerçekleştirdikleri deney sonucunda, astral seyahat için beyindeki dokunma ve görme merkezleri arasındaki bağlantı kopukluğunun fiziki bedenin dışına çıkıldığı hissi yaratabileceği açıklamışlardır.
İngilizce: http://news.yahoo.com/s/afp/20070823/ts_alt_afp/usscienceparanormal
Türkçe: http://www.milliyet.com.tr/2007/08/24/son/sonyas20.asp
videosu:http://www.youtube.com/watch?v=4PQAc_Z2OfQ&sdig=1
Videonun türkçeye çevirdiğim tam metni:
Sanal Beden-dışı Deneyim (Virtual out-of body Experience)

"Beden dışı deneyim sadece bedenin dışına çıkmayı -ki bu ilk unsurdur- hissetmek değil, iki başka unsuru da içermektedir; “sen sadece bedenin dışında değil ayrıca vücudundan 2-3 metre uzakta normalde odanın tavanının altında bir yükseliştesin” bakış açısına sahip yükselmiş görsel durum ve bu açıdan bedene bakıştan dolayı oluşan duygular. Biz bu sanal gerçeği deneğin kendi vücudunu direkt görmesini bloke etmek ya da kandırmak için kullanabiliriz…

Deneğimizin arkasına dokunduk. Kamerayı deneğin önüne değil, 2 metre arkasına kurarak dokunmayı filme aldık ve aynı zamanda bunu deneğin önüne projekte ettik. Deneğin tüm gördüğü dokunma ve kendisini kendi önünde görme; sanki kendi arkalarına dokunuyor ve aynı anda 2 metre uzaklıkta bulunan kendi vücuduna dokunduğunu da görüyor gibi çok güçlü bir his oluştururlar. Bazı denekler, gerçekten kendi sırtlarına değil, dokundukları yani sanal sırtlarına dokunmayı çok kuvvetli hissettiklerini bildirmişlerdir ki bu deneyin birinci ölçümüdür. İkinci ölçüm ise, 1 dakikalık dokunmadan sonra denekler gözleri kapalı odanın başka bir yerine yerleştirildiler ve onlara gözleri kapalı olarak tekrar eski yerlerine gitmelerini söyledik. Denekler normalde durdukları yer yerine vücudlarını gördükleri yere yakın bir bölgeye gittiler.

Vücut-dışı deneyler vücud illüzyonuna bir örnektir. Ancak siz bir gün hayali bir uzva ya da başkasının koluna yanlışlıkla sahip olduğunuz izlenimine kapılırsanız işte bu tam bir akıl oynatıcı durum halidir!! Eğer bir de bu devam eden bir hal alırsa bu durumu düzeltmeden normal hayati fonksiyonlarınıza devam edemezsiniz. Bence bu tarz durumları iki şekilde ele alabiliriz; bilim beyni aldatmada bir yol olabilir ama normal şartlar altında beynin dünyayı algılayış şekli de bilimin önemli soruları sorgulamasına yardımcı olabilecek bir çok illüzyona yol açabilir."


Son olarak, araştırmacı-yazar Sayın Ahmed Hulûsi’nin aşağıdaki çok değerli bilgilerini sizlerle paylaşmak istiyorum:

“…Rüyanın sistemdeki yeri ne?Rüya konusunda görülenler nasıl oluşuyor… Ruh bedenden çıkıp bir yerlere mi gidiyor?Genelde, astral seyahat denen şeyin aslı, beynin yaymış olduğu bir tür radar dalgalarının beyinde görüntü oluşturmasıdır.Genelde, "ruh bedenden çıktı, bir yerleri dolaşıp gördükten sonra, tekrar bedene girdi" deniyor. Hayır!. Ruh bedenden çıkmadı ve bir yerlere gitmedi!. Bazı, kalp gözü açık dediğimiz, keşif sahibi insanlar, beyinde mevcut radar dalgalarını bir mahalle yönelterek, orayı algılıyor; ve bu arada beyinde bir görüntü oluşuyor.Bu işin tekniğini bilmeyenler, "ruhum bedenden çıktı, gördü, geldi" diyorlar... Ruh`un bedenden ayrılıp gitmesi, diye bir olay yok aslında bu tür algılamalarda!..Ruh`un bedenden ayrılması iki yoldan mümkündür;
1- Mutlak ölüm ile;
2- “Fetih” hâli ile.
Beyindeki veri levhaları, frekanslardır.. Beyne ulaşan frekansa en yakın frekans, beyinde hangi anlam olarak tasavvur edilmişse önceden, ona uygun suret olarak, o dalgalar beyinde açığa çıkar ve böylece rüyalar, semboller şeklinde görülmüş olur!.Bunun, bir basamak ötesi var..Hazreti Muhammed Aleyhisselâm diyor ki:
"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!."
İnsanlar, dünya yaşamında iken uykudadır, ölünce uyanırlar!... Peki, uykuda görülen şey, rüya değil midir?. Bu durumda, demektir ki, bu dünyada gördüğümüz her şey, gideceğimiz ölüm ötesi yaşam boyutuna göre rüya hükmünde olacak, rüya olacak!..
Bu dünyada iken yaşadıklarımız, gördüklerimiz, ciddiye aldıklarımız, bir bakacağız ki, rüyadan ibaretmiş!.. Peki, gerçekte bir rüya olduğu açıklanan Dünya yaşamı görüntüleri nasıl oluşuyor?..Bu da, demin açıkladığım, melekî yapının beyindeki deşifresi ile aynı tarzda bir olay!. Aslında ben, burada beynin çalışma sistemini anlatıyorum...
Bu anlattıklarım, dünyanın bir numaralı nörofizyoloğu, Stanford Üniversitesi profesörlerinden Karl Pribram ve, ünlü fizikçi David Bohm`un, "Beyin ve Evren" konusundaki görüşleri ile aynı.. Dünyanın bu iki ünlü bilim adamı ile, bu konulardaki görüşlerimiz tamamen çakışıyor.
Bu iki hâl dışında, ruhun bedenden ayrılıp gitmesi diye bir olay yok!...”
http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/oku/ (Sisteme Dair bir Açıklama)

Bir gün, her günkü gibi kalkıp ve o günün diğerlerinden farklı olduğunu nasıl anlayacağız acaba? Gerçek!hayat ne zaman bitiyor ya da ne zaman başlıyor??? Bilincimizin oyunları labiretinde bunu bulmak ancak akıl sahiplerinin işi!...

Cuma, Ağustos 24, 2007


MINISCULE (ÇOK KÜÇÜK)

Yaşadığımız sistem içerisinde halâ “göre”lere göre!!yaşadığımız düşünülürse, “miniscule” yani “çok küçük” olan, “makro” yani “büyük” olan kadar bizi hep cezbetmiştir. O çok küçüğü incelemek ve o mikrodaki dünyayı sanki çok başka âlemlerde, boyutlardaymışız gibi seyretmek her zaman bizlere keyif vermiştir. Peki, acaba bu seyrettiğimiz âlem bizim dışımızda mıdır?...

Şimdi sizlere bu miniscule dünya ile ilgili bir demet video sunuyorum. Bu videolar http://www.miniscule.tv/ yetişkinler için hazırldığı 3boyutlu hayvanlar âlemi hikayeleri. Türkiye’de de Sinek Tv (http://www.snek.com.tr/?programminuscule)
tarafından da yayınlanan bu serinin bizlere yaşamdan, yaşadığımız boyuttan pek çok mesaj verdiğine kuşku yok!

Gelin hep birlikte keyifli seyirlere dalalım…

1. Sümüklü Böceğin Hayâli
http://www.youtube.com/watch?v=KXAI1FJujH4

2. Böcek Yarışı
http://www.youtube.com/watch?v=9iTorvHiQJw&mode=related&search=

3. Bayan Böcek
http://www.youtube.com/watch?v=MXbF49crDt0&mode=related&search=

4. Aşk Hikâyesi
http://www.youtube.com/watch?v=4fHUVz8up30&mode=related&search=
7. Karıncalar İşte
8.Yusufçuklar
9.Piknik
10. Az kabuk

Perşembe, Ağustos 23, 2007


ÇOKLU EVRENLER (MULTIPLE DIMENSIONS)

Nerede bu çoklu evrenler? Ek boyutlar nerede? Nasıl birşey? Bunu nasıl hayal edebiliriz? Gelin aşağıda adresini verdiğim videoyu hem seyredip, hem de türkçeye çevirdiğim metnini okuyalım... Bir sonu olmayan, virgülle devam eden boyut konusuna "ek boyutları" ek'leyelim...

ÇOKLU EVRENLER (Multiple dimensions)
İlginç, garip bir fikre sahip insanlardan olan bir kişi ile görüşmeye gidiyorum. Onunla saat 4’de 5.Bulvar 93.sokak’taki 2.kattaki dairesinde görüşüceğim. Oraya ulaşmam için 4 adet bilgiye ihtiyacım var: üç boyutlu alan içinde olan her bir bilgi yani cadde, bulvar ve kat numarası (en, boy, derinlik) ve bir de 4. boyut olan “zaman". Ortak deneyimlerinizden dolayı siz bu 4 boyutu çok rahat düşünebilirsiniz; sol-sağ, arka-ön, yukarı-aşağı ve zaman.

İlginç ve garip gibi gözüken “ Ek boyutların olduğu” fikri neredeyse 100 yıl öncesine kadar uzanmakta… İçinde yaşadığımız evrenimizin 3 boyutlu bir alan olduğu düşüncesi sorgulanamazdı. Ancak 1919 yılında çok da ünlü olmayan Alman matematikçi Theodore Culuso, bilinene (evrenin 3 boyuttan meydana geldiği) meydan okumak gibi bir cesaret gösterdi. O, evrenimizin bir boyuta daha sahip olduğunu ve bir sebepten dolayı o boyutu algılayamadığımızı söyledi…

Theodore: “Bak” diyor burada: “ Fikrini beğendim.” Peki o zaman neden geciktiriyor?

Gördüğünüz üzere Culuso ek boyut fikrini Albert Einstein’a göndermiştir. Einstein, önceleri çok heyecanlanmış, ancak bu heyecanı zamanla azalmış ve Culuso’nun ek boyut hakkındaki yazılarının yayınlanmasını iki sene boyunca bekletmiştir. Daha sonra Culuso’nun fikirleri, Einstein’ın bir gün kahve kabındaki kahveyi karıştırırken, hareketliliğe dikkat ettiğinde bazı şeyleri fark edip, ek boyutların olabileceğini kabul ettikten sonra yayınlanmıştır. İşte Einstein’ın 1916 yılındaki fikri şunu göstermektedir; yerçekimi bilindik 4 boyutlu alan ve zaman içindeki kıvrımlar, bükülmeler ve dalgalanmalardan başka bir şey değildir. Bundan 3 sene sonra, Culuso elektromanyetizmin de yerçekimi gibi dalgalanma yapabileceğini, giderek yayılabileceğini ve bu dalgalanma, yayılma için bir alana ihtiyacı olduğunu ve dolayısıyla bunun için gizli bir ek boyut olabileceğini ortaya koymuştur.

Eğer Culuso haklıysa, o zaman nerede bu ek boyut? Bu ek boyutlar nasıl bir şey ve biz bunu hayal edebilir miyiz?

Culuso’nun fikrine ek olarak, İsveçli Fizikçi Auster Klein alışılmadık bir cevapla karşımıza çıkar:Klein: “Şuradaki trafik ışıklarını destekleyen kablolara bir göz atın. Buradan oradaki kablolara baktığımda herhangi bir kalınlık gözlemleyemiyorum. Bu mesafeden baktığımda her bir kablo sadece bir boyutu olan bir çizgi olarak gözükmekte. Ancak bir düşünün… Eğer kabloya çok yakından bir karıncanın gözünden baksaydık, o zaman uzaktan tek bir çizgi gibi algıladığımız kablo, ikinci bir boyuta bürünmüş olarak gözükcekti bizlere. O bakış açısı ile de karınca öne- geriye ve saat yönüne-saatin ters yönüne hareket edebilecektir.”

Dolayısıyla, boyutlar iki şekilde çeşitlilik gösterebilir; bir kablonun boyu gibi uzun ve açılmış yayılmış olabilir ya da çok küçük ve dairesel bir yönde kıvrılmış ve sarılmış olabilir. Culuso ve Klein, evrenimizin yapısının bir kablonun yüzeyi gibi olabileceğini ve bildiğimiz 3 boyutun dışında büyük ve genişlemiş, ek boyutların olabileceğini, ya da bu boyutların milyarlarca defa katlanarak bir atomdan daha da küçük bir boyutta olabileceğini ve bundan dolayı gözle görüp, algılamanın çok zor olabileceği gibi çok önemli bir fikir ortaya attılar. Yani, evrenimizin 3boyuttan oluştuğu algısı doğru olmayabilir ve bizler çoklu boyutlu bir evrende yaşıyor olabiliriz.

Peki bu ekstra boyutlar neye benziyorlar?

Culuso ve Klein şöyle bir fikir ortaya attılar:Eğer milyarlarca defa küçültürsek, sonuda çok küçük kıvrılmış tek bir boyut elde ederiz ki bu boyut uzayın ya da tüm evrenin her noktasında mevcuttur. Tıpkı karıncanın trafik ışığı kablosundaki dairsel boyutu keşfetmesi gibi… Teoride, milyarlarca küçük olan karınca bile bu çok küçük kıvrılmış, katlanmış dairesel boyutu keşfedebilir. "Ek boyutların olduğu" fikri sicim teorisinin de merkezini oluşturur. Hatta sicim teorisi matematiğine göre kompleks yani karmaşık küçük şekillerde kıvrılıp, katlanan sadece bir değil 6 ek boyut mevcuttur.

"Eğer sicim teorsi doğruysa o zaman çok daha fazla boyutlar olduğunu kabul etmeliyiz ki bu da çok heyecan verici bir şey…”

“Eğer teorileri bir bir ele alırsak, ortaya ekstra boyutların olduğu çıkıyor ve bu da doğanın bir parçası…”

“Ekstra boyutlar hakkında konuştuğumuzda gerçekten de etrafımızda gördüğümüz boyutların aynısı olan uzayın ekstra boyutlarından bahsediyoruz ve tek fark şekilleri…”

Ancak, bu çok küçük kıvrılmış, bükülmüş özel şekildeki ekstra boyutlar, günlük hayatımıza nasıl bir etkiye sahipler?

Sicim teorisine göre “şekil” herşey demek… Mesela, şekline göre bir fransız kornosu binlerce değişik nota yaratabilir. Tuşlardan bir tanesine bastığınızda, notayı değiştiriyorsunuz çünkü kornonun içindeki havanın çınladığı alanın şeklini değiştiriyorsunuz ve sicim teorisindeki kıvrılmış, bükülmüş alansal boyutların da benzer yöntemle çalıştığını düşünüyoruz. Eğer sicim teorisinin ortaya koyduğu bu 6 boyutlu şekillerden birisinin içine girebilecek kadar küçülürsek, birbiri ardına kıvrılan ve bükülen bu ekstra boyutların sicimleri (evrenin hareket eden ve titreşen temel parçası) nasıl etkilediğini göreceğiz. Bu da doğanın gizemlerinden birini çözmede bir anahtar olabilir!!

Salı, Ağustos 21, 2007

BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT BOYUT

Yukarıdaki başlık size ne hissettirdi bilmek çok isterdim… Çok ilginç cevaplar geleceğini tahmin ediyorum… Yazımın sonundaki yorum kısmına bu yazıyı okumadan ne hissettiğinizi yazarsanız ben ve diğer okuyanlar öğrenme imkânına kavuşuruz.“Boyut” konusunun çok “boyutsal” olduğunun farkında olarak bu konuyu ele alıyorum. Dolayısıyla yazacak ve inceleyecek çok fazla şey var ve bu sebepten "boyut" ile ilgili yazıların devamının geleceğini şimdiden hissediyorum….

Peki, o zaman “boyut” kelimesinin bizlere neler ifade ettiği ile başlayalım mı? “Boyut” nedir?” desem nasıl cevap verirdiniz? Hiç hayatımızda “boyut” kelimesini ne denli kullandığımızı fark ettik mi? Mesela; “bu işin boyutları çok büyük”, “bu boyutta hiç düşünmemiştim”, “kendimi bambaşka bir boyutta hissettim”vs… liste uzar gider…Hani küçükken çoğumuz arkadaşlarımıza çizerek sormuşuzdur: “düz bir çizgi ve o çizginin tam ortasına çizilmiş yarım daire. Bu nedir?”diye. Cevap basittir: “yukardan bakıldığında büyük şapkası olan bir meksikalı bir duvara oturmuş!!”… Sadece bir çizgi ve yarım daire olarak gördüğümüz başka bir açıdan-boyuttan bakıldığında daha farklı bir anlam almaktadır ya da bir zamanlar epey yaygın olan "Stereogram" (Şaşı Bak Şaşır); resimlere şaşı!! bakarak arka plandaki imgeleri 3 boyutlu görmek http://www.lazland.com/sasibak/... Buna benzer çok bilmece ve illüzyon mevcud… Nedir bunları farklı anlamlara sokan? Bir açıdan yani boyuttan bakıldığında noktalar ve çizgiler, daireler ama başka bir boyuttan- açıdan bakıldığında bambaşka durumlar, imgeler…

Son zamanlarda bilimadamları “boyut” konusu üzerinde çok fazla durmakta ve boyutu-çoklu boyutları (multiple dimensions) açıklamaya çalışırken belki de bizlere kendimizle ve sistemle ilgili çok önemli ipuçları vermektedirler…

Şimdi sizlerle “boyut”la ilgili yazılmış makaleden bir açıklamayı paylaşmak istiyorum: Bu makale sadece boyut değil 11 boyuttan bahsediyor… Malum günümüzde artık bildiğimiz ve içinde yaşadığımız 3 ve zamanı da eklersek dört boyuttan daha öte boyutlar olduğu sıkça tartışılmakta ve kabul edilmektedir… Bu yazıda en ilginç olan cümle bana göre şu: “… Biz sadece 3 boyut ve bir de zamanı gözlemleyebiliyoruz çünkü diğer 6 boyut kıvrılmış, katlanmış, sıkıştırılmış…”
http://searchsmb.techtarget.com/sDefinition/0,,sid44_gci878923,00.html

İşte burası çok ilginç… 4 boyutu gözlemlerken gözümüzün ve algılamamızın ötesinde duran boyutlar var ve biz bu boyutları bu 4 boyutun içinde oldukları halde algılayamıyoruz!! Nasıl algılayabiliriz ki … Herhangi bir canlının, bu ister bir bitki ya da havyan ya da bir insanın herhangi bir parçası olsun, onu ele alıp, mikro düzeyde incelemeye başlasak neler görürüz hepimiz biliyoruz…3 boyutu belki de aşan bir durum… Bu konuda pek çok video mevcut. Yani makro düzeyde de incelesek aynı sonuç…çok katmanlı- boyutlu bir durum… Bu bizi nereye götürüyor; ne kadar katman olursa olsun ne kadar algılama araçlarımızla algılayabilirsek algılayalım, “TEK” bir bütünden öteye gitmemiş oluyoruz. Mesela, elimizi ele alalım ve başlayalım onu mikro düzeyde “zoom in” yani zoomlama yaparak incelemeye…hücre, atom ve bilinen son nokta string yani sicim boyutu…ya da “zoom out” yani uzaklaşırsak (aslında terim olarak kullanıyoruz dikkat edersek uzaklaştığımız bir şey yok aynı noktadayız) sicim noktasından ele ve elden de “TEK”e ulaşmış oluyoruz. Peki biz hareket halinde miydik? “Hayır” ama nasıl bu kadar boyutu yaşadık? Nerede yaşadık? Tabii ki “bilincimiz”de ve bilimcimize ulaşan datadan yani salt saf bilgiden deşifre edebildiklerimiz doğrultusunda bu incelemeyi yaptık ve her noktasını kendimizce yani bilincimizin idrakına “göre” adlandırdık… O zaman “boyut” ne oluyor? Katmanlar, pek çok alem… hepsi de algılamamıza göre varolmakta… Bir noktadan başlayarak oluşan bir sınırı olmayan TEK’ten açılan sonsuz noktalar…!!!

“… tüm mertebeler kişinin özünde mevcuttur!. Tıpkı bedende hücreler boyutunun, hücrelerin içinde genler boyutunun, onun özünde proteinlerin, onun özünde moleküllerin, onun özünde atomların, onun özünde dalgaların, stringlerin olması gibi... Ve dahi her boyutun kendi özelliğine göre şuuru olması gibi... Algılayanın kapasitesine göre tespit ettiği mertebeler veya âlemler veya boyutlar diyebileceğimiz şekilde...”Daha detaylı bilgi için “Boyutlar hakkında” adlı yazıyı okumanızı öneririm.
http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/oku/oku20.htm

Son olarak -" boyut" söz konusu olduğunda bir sona ulaşmak biraz zor ama- sizlerle çok ilginç bir videoyu paylaşmak istiyorum.Aşağıda yine ingilizce bilmeyenler için çevirdiğim türkçe metni yayınlıyorum:
10. Boyut (10th dimension)
http://video.google.com/videoplay?docid=4280922161474483340&q=string+theory

Bir nokta ile başlıyoruz. Geometriden bildiğimiz gibi ölçüsü ve boyutu olmayan, sadece sistemde bir yeri olan hayali bir fikir. İkinci bir nokta da başka bir pozisyonu anlatmak için kullanabilinir. Ama ikisi bir arada belirli bir ölçü olabilir; birinci boyutu oluşturmamız için tek yapmamız gereken tek şey iki nokta arasına bir çizgi çekmektir. Böylelikle, derinliği ve eni olmayan sadece boyu olan ilk boyutsal objemiz oluşur.
1.Bir çizgi

İlk boyutsal çizgimizi alıp, bir başka çizgi ile çapraz bir şekilde birleştirirsek 2.boyutu elde etmiş oluruz.Elde ettiğimiz bu objenin eni ve boyu olmakla birlikte derinliğe sahip değildir. Daha üst boyutları hayal edebilmek için şimdi ikinci çizgiyi birinci çizgiden ayıralım.Şimdi 2 boyuttan oluşmuş bir nesil düşünün “yassı-düz” olan… Acaba nasıl bir şey olurdu “yassı-düz” olarak 2 boyutlu bir dünyada yaşamak? Sadece eni ve boyu olan iki boyutlu canlı sanki oyun kartındaki papaz gibi…Şuna bir gözatın…Yassı-düz şekilde olan bu canlının sindirim sistemi olamaz. Çünkü sindirim borusu olduğu takdirde onu yukardan aşağıya iki parçaya ayırır! Yassı olan canlılar bizim üç boyutlu dünyamızı şeklillerle ve 2 boyutlu kesitsel algı araçları ile algılarlar. Mesela başlangıçta küçük bir nokta olan balon, içi boş bir daire oluyor ve açıklanamaz derecede belli bir boyuta ulaşıyor ve sonra da büzüşerek başlangıç noktası olan noktaya dönüyor. Bizler, insanoğlu “yassı-düz” olan yani 2 boyutlu canlılara garip gelebiliriz.
2. Ayrım

3.boyutu hayal etmek, bizim için en kolayı. Çünkü, bizler yaşantımızın her anında bu boyut içerisindeyiz. Üç boyutlu bir objenin eni, boyu ve derinliği vardır. İşte size 3.boyutu tarif etmenin başka bir yolu… Masanın üzerinde duran gazetenin üzerinde dolaşan bir karıncayı ele alalım ve gazetenin üzerinde 2 boyutlu dünyada yürüyen “2 boyutlu” olarak farzedelim. Gazete ortadan ikiye katlandığında, “2 boyutlu” karıncamız için bir yol oluşturmuş olacağız ve onu 2 boyutlu dünyasını sihirli bir şeklide yok edip, aniden başka bir boyuta aktarmış olacağız. Bunu 2 boyutlu objeyi alıp, katlayıp 3 boyutlu hale getirerek gerçekleştirmekteyiz. Bizim için diğer boyutları anlamak 3.boyutu bir kez daha inceleyerek daha kolay olacaktır. 3.boyutu şu şekilde düşünebiliz: 3.boyut, bir noktadan diğerine katlamak suretiyle geçtiğiniz boyuttur.
3. Kat / Kıvrım

Tamam… İlk 3 boyut şu sözcüklerle tanımlanabilir; uzunluk, genişlik ve derinlik.Hangi sözcük 4.boyutu tanımlamada kullanılabilir? 4.boyutu tanımlamak için “süreç” kelimesini kullanmak bir cevap olabilir. Kendimizi bir dakika önceki halimizi ve şu anki halimizi düşünelim ve bir dakika önceki hal ile şu anki hal arasına çekilen çizgi, 4.boyuttaki bir çizgi olabilir. Eğer, vücudunuzu 4.boyutta görmek isterseniz, kendinizi uzun ve kıvrılan bir yılana benzetin; bir uçta embiriyotik hücre içinde olan ve öbür uçta kaybolan... An ve an 3.boyutta yaşadığımız için sanki 2 boyutlu “yassı-düz” bir şekilde yaşamaktaymışız gibi gelmektedir. Nasıl ki, 2 boyutlu canlılar bir üst boyuttaki objeleri 2 boyutlu kesitsel algılama araçları ile algılıyorlarsa, 3 boyutlu olan bizler de kendimizdeki 4.boyutu 3 boyutlu kesitsel algılama araçları ile 3 boyutlu olarak algılamaktayız.
4. Çizgi

Çeldirici olan durumlardan bir tanesi de, bir boyutun diğer boyut içerisinde sıkışıp kalması; burada aşağıda yani içinde bulunduğumuz boyutta bir üst boyuttaki hareketlerimizden haberdar olamayabiliriz!! İşte sizlere basit bir örnek… Uzun bir şerit halinde bir kağıt alın ve kıvırarak iki ucundan katlayarak bir çizgi çizin aşağıya doğru. Çizgimiz arkaya doğru çizildiğinde doğal olarak kağıdın her iki tarafında da olacaktır. Ilginç olan ise, şeridin sadece bir tarafı olduğudur. Dolayısıyla, bu 2 boyutlu bir objenin temsili örneği olmalıdır. Bunu şöyle de açıklayabiliriz;2 boyutlu “yassı-düz” canlılar da aynı biraz önce çizdiğimiz gibi çizgi boyunca seyahat ettiklerinde ve arkaya doğru ilerlediklerinde 2.boyuttan 3.boyuta geçmiş gibi hissedeceklerdir. Ancak gerçekte dönüp, kıvrılıp durmalarına rağmen onlar sadece düz bir çizgi üzerinde seyahat etmektedirler!!! 4.boyut “zaman” bize geçmişten geleceğe sanki üzerinde hareket ettiğimiz düz bir çizgi gibi gelmektedir. Ancak, 4.boyuttaki bu düz çizgi, hareket eden ip gibi bir üst boyutta dönüp, kıvrılmaktadır. Böylece, uzun kıvrılan bir yılan içerisinde gibi olan bizler kendimizi bir yandan 4.boyutta düz bir çizgi üzerinde hareket edermiş gibi hissederken, diğer yandan 5.boyutta olmaktayız. Bu boyut, bir anı dallara ayırabileceğimiz çoklu seçenekler, yollardan oluşmaktadır. Bu seçenekler ya da yollar bizlerin tercihleri, şansı ve başkalarının etkilemeleri ile meydana gelmektedir. Kuantum fizik, bize dünyamızı oluşturan atomaltı parçacıkların olasılık dalgaları tarafından çarpıştırıldığını aktif bir gözlemle anlatmaktadır. Resimde kendimizi şuraya çizdiğimizde, 4.boyutun sonundaki çizgide, “zaman” olarak tecrübe ettiğimiz 5. boyuttaki olası geleceğe nasıl kararlı, net bir biçimde çarpıştığımızı görmeye başlayabiliriz.
5. Bölünme

Neden çocukluğumuza geri dönüp, kendimizi ziyaret etmiyoruz?!... Belki de oraya 4. boyutu 5. boyuta katlayıp, geçmişe doğru zaman ve mekan sıçraması yaparak ulaşabiliriz. Mesela, çocukluğunuzda bir şey icat etmiş olun ve bu icat sayesinde şimdi ünlü ve zenginsiniz. 4.boyutlu kendimizi şu anda 5.boyuta geçirelim…ama ne kadar buradan oraya geçsekte büyük bir icat gerçekleştirdiğimiz o zamana dönmek şu andaki zaman versiyonunda uygun bir opsiyon yani seçenek olmayacaktır. Ne kadar seçenek, şans ve aksiyon olursa olsun bulunduğunuz yerden o zamana dönemezsiniz… O dünyaya tekrar ulaşmak için iki yol var. Bir tanesi, zamanda geri yolculuk; bir şekilde icatı gerçekleştirmenize sebep veren olayları tekrar yaşamanız ve olayı tetiklemek ve gerçekleşip gerçekleşmediğini görmek için 4.ve 5.boyutlarda seyahat etmek…bu olabilir ancak yanlış yolda yani bambaşka bir yolda devam edebilirsiniz… Kat edebileceğiniz kısa yol ise, 5.boyutu 6.boyuta doğru katlamak ya da bükmek… Bu, bize bulunduğumuz andan başka bir boyuta atlama imkânı verir.
6. Katlama/Bükme

4.boyutu anlatırken, bir alt boyutu tek bir nokta olarak kabul ettiğimizi varsaydık. 4.boyut bir dakika önceki evreni bir sonrakine birleştiren bir çizgi ya da en büyük resim olabilir… 7.boyuta doğru ilerlerken, bir çizgi düşünelim ve bu çizgi ile tüm 6 boyutu tek bir nokta olarak farzedelim. Bunu yapabilmek için, büyük patlamadan bu yana tüm olası zaman çizgilerini evrenimiz için tüm olası sonları -biz buna sonsuzluk diyoruz çoğu kere- birleştirmemiz ve hepsini tek bir nokta olarak kabul etmemiz gerekmektedir. Bu nokta içindeki tüm olmuş ya da olası zaman dilimleri 7.boyutta bir nokta ve bu nokta da sonsuzluktur.
7. boyutta bir nokta

Biz sonsuzluğu 7.boyutta bir nokta olarak tarif ettik. Ancak biz sadece resmin bir kısmını hayal edebildik. Eğer 7.boyutsal bir çizgi çizersek o zaman 7. boyuttaki noktanın ne olacağı konusunda düşünmemiz gerekmektedir.Çünkü, çizeceğimiz bu çizgi bu nokta ile birleşecektir. Peki o zaman sonsuzluktan daha fazla bir şey olabilir mi??? Cevap şu olabilir ve tamamen başlangıç durumları bizim büyük patlamadan farklı bambaşka sonsuzluklar olabilir. Değişik başlangıçlar değişik evrenler oluşturabilir yani temel fizik kuralları; yerçekimi ya da ışık hızı gibi aynı olmayabilir ve o evrenlerdeki başlangıcı ve tüm sonlarıyla bundan kaynaklanan zaman birimleri ya da çizgileri bizim evrenimizdeki gibi olmayıp tamamen farklı olabilir. Dolayısıyla 7.boyutta çizdiğimiz çizgi sonsuzluklardan birine eklenebilir. Bu da bizi 7.boyuttan uzattığımız bir dalın yani çizginin başka bir sonsuzluğa götürmesi olacaktır. Böylelikle 8.boyuta geçmiş oluruz.
8. Ayrım/ Bölünme

Eğer bizim iki boyutlu düzlem içinde yaşayan karıncamız iki boyutlu gazete üzerindeki iki boyutlu dünyasını katlayarak 3. boyuta geçmesi ve sihirli bir şekilde bir lokasyondan kaybolması ve başka bir lokasyonda belirmesi olası ise, biz de bir noktadan herhangi bir boyuta sadece herhangi bir üst boyutu katlayarak geçebiliriz. 9.boyutu hayal ederken aynı kurallar uygulanabilir. Eğer 8.boyutsal çizgiden başka bir çizgiye atlarsak aynı şey olabilir. Çünkü 8.boyutu 9.boyuta katlamış oluruz.
9. Kat/Kıvrım

1.boyutu tartışmadan önce, noktanın geometrik kavramı olan 0.boyutla başladığımızı söyleyebiliriz. Bir nokta sistemde bir lokasyon yani yeri göstermektedir. 1.boyut noktalardan iki tanesini alıp bir çizgi ile birbirlerine birleştirir. 4.boyutu hayal ettiğimizde, sanki 3 boyutsal alan ve bir tek nokta olarak görmekte ve 4.boyutsal çizgiyi sanki değişik bir durumu temsil eden başka bir noktaya doğru çizmekteydik. Çoğunlukla bu çizgiye “zaman” adını veririz.7. boyutta ise, büyük patlamadan oluşmuş ve olabilecek tüm olası zaman çizgilerini tek bir nokta gibi ele aldık ve tamamen değişik bir evren için, olası tüm zaman çizgilerini temsil eden tek bir noktaya zaman çizgisi çizdik. Şimdi 10.boyuta geçerken, tüm olası evrenlerin tüm olası zaman çizgileri için tüm olası dalları düşünmemiz gerekmektedir. Şu ana kadar iyi gittik… Ancak, burası bizim de tıkandığımız yer… 10.boyutu devam eden bir daire ve bir çizgi gibi düşüneceğiz. Daha sonra başka o çizgiyi çizebileceğimiz bir nokta hayal edeceğiz. Fakat gidecek de fazla bir yer kalmadı. Ancak tüm olası evrenler için tüm olası zaman çizgilerini 10.boyutta tek bir nokta olarak düşündüğümüzde yolculuğumuzun bitmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Sicim teorisinde fizikçiler, 10.boyutta titreşen süper sicimlerin evrenimizi ve diğer olası evrenleri meydan getiren atomaltı parçacıklar olduğunu bizlere söylemektedir. Bir başka deyişle,10.boyutun dahilinde olan tüm olasılıklar,10 boyutu birbiri ardına inşa edererek kendimiz için oluşturduğumuz bir kavram olarak ortaya çıkacaktır.
10. Nokta

Not: Bu animasyon, “10.boyutu hayal etme” adlı yeni bir kitabın ilk kısmınından alınmış fikirlerden oluşmuştur. Bu şekildeki düşünme, string yani sicim teorisinin kabul edilebilir bir açıklaması olmadığı halde, pek çok insanı “bizlerin gerçeği nasıl oluşmuştur” diye düşündürmeye teşvik edicidir. Daha fazla bilgi ve tartışma için aşağıdaki adrese başvurabilirsiniz.www.tenth dimension.com

Son olarak, bu konuyu "nokta(.)" değil "virgül(,)" koyarak "şimdilik" kapatmak istiyorum,:

" ..."K" misalinde olduğu üzere, çizgideki bir noktadan açının oluşması benzeri tüm evrenler yalnızca bir açı içindekilerdir. Uzun çizgide ise bunun gibi sayısız "nokta"lar vardır. Ötesi ise tefekkür dışıdır!...
" http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/insanvedin/insanvedin19.htm

"...Noktadan oluşan sonsuz sayıda koni... koni içre koniler!..."
http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/insanvedin/insanvedin38.htm

"...Tasavvuf erenleri, tasavvuftaki yolculuğu "başladığı noktaya gelen daireyi tamamlamaktır" diye tarif etmişlerdir..."
http://ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/insanvedin/insanvedin19.htm

Görünen o ki, boyutlar konusunu anlamak için başlangıç "nokta"sı ismi üzerinde "nokta"dan geçmekte galiba.. O da öyle bir "nokta" ki sonu olmayan, sonsuz... Siz ne dersiniz?

Perşembe, Ağustos 16, 2007

ROBOT İNSAN

İnsanların robotlaştıkları, robotların insanlaştıkları bir devirdeyiz… Fazla söze gerek yok, aşağıda çevirdiğim bu makale buna güzel bir örnek:

Sohbet ediyorum, o zaman varım…
Yazar: Clive Thompson

Düzgün konuşan robot güzel hoş sohbet edip, zeki cevaplar verip, derin düşünceler ortaya koyabilir mi? İki robotun sohbetinde bakalım neler olacak?


“Makinalar düşünebilir mi?” Bu soruyu 1950 yılında matematikçi Alan Turing ortaya attı ve bu soruya cevap olarak zevkli bir oyun yaratttı.: Bir insan hem bir bilgisayarla hem de bir başka insanla yazışarak sohbet etsin; hangisi bilgisayar hangisi insan ayırt etsin. Eğer ayrım yapamazsa o zaman Turing’in “düşünme” standartları konusu ile karşı karşıya kalırız. Son yıllarda, Turing’in oyunu siberuzayda yerini almıştır. Dünyadaki yapay zekayı icat etmiş tüm mucitlere “sohbet edilebilecek robotlar (chatbot)” yarattıkları için teşekkür ederiz.

Pek çok sohbet eden robotlar (chatbots) yaşamda da olduğu gibi bazı basit numaralara da sahiptirler. Üst-düzey chatbot olan ALICE’in yaratıcısı Richard Wallace (Yapay Dilbilim Bilgisayar Şirketi), binlerce olasılığa sahip olan bir veri tabanından oluşan sohbet kalıpları yazmıştır. Bu şu şeklide gelişmiştir; Wallace, ALICE’e bir yorum yazar ve o buna cevap verebilmek için bu kelimeler için kodlanan cümleyi ve o cümledeki anahtar kelimeleri kontrol eder. Bunun aksine, Rollo Carpenter tarafından üretilen başka bir üst düzey internet robotu Jabberwacky ise insanların kendisine söylediği herşeyi kaydedip, bu ifadeleri yazarın girdilerine uygun hale getirerek tekrar kullanmaya çalışır. Her iki chatbot da uzun vadeli bir hafızaya sahip değiller. Dolayısyla, onlar sadece son yazılan cümleye cevap verirler.

Herşeye rağmen, bu basit oyuncular şaşırtıcı derecede ilginç gözüken sohbetler yapabilmektedirler. Bunun sebebi, onların insan psikolojisinin yaratttığı oyunlara sahip olmalarıdır: Biz insanlar, ortada olan sistemlere karşı çok daha fazla zekaya sahipmişiz gibi davranmaktayız. Eğer biraz farkına varabilsek, gerçekten de öyle olduğunu görebileceğiz. Bazı kullanıcılar onların kim olduğunu (yapay olduklarını) bilmeden ya da aldırış etmeden ALICE ve Jabberwacky ile saatler süren sohbetler ettiler.

Ancak acaba bir chatbot diğerini kandırabilir mi? Biri diğerine özel ne söyleyebilir? Bun anlamak için, biz bu iki chatbot için bir sohbet ayarladık. Her bir küçük sohbetin devamı için, diğerine soracağı sorular ekledik. Bundan sonrası da artık kendilerine kalmış. Aşağıda sizlere ikisi arasında geçen sohbeti sunuyoruz:

ALICE: Canlı mısın?
Jabberwacky: Belki.
A: Neden bu belirsiz ses?
J: Herşey 5 gerçek dışında belirsizdir zaten.
A: Tüm evren?
J: ve belki de ikimiz bu bilgisayarın hafızasındaki sıfırlar ve birleriz.
A: Rüya görür müsün?Hayal kurar mısın?
J: Evet
A: Rüyalarını hatırlar mısın?
J: Çok canlı bir şekilde hatırlarım.
A: Ne hatırlıyorsun?
J: Sanırım bir robotla flört etmemem gerekir.
A: Sence bir makina hiç “canlı” sayılabilecek mi?
J: Daha garip şeyler oldu.
A: Pek fazla insan o şeklide kendini ifade etmez.
J: Nasıl anlarsın makinayı?
A: Bilgi iki şeydir; hislerimizle öğrendiğimiz, ve doğru öncelikler.
J: Sanırım seni tam anlamıyla anlamıyorum.
A: Ooo, beni anlamıyor musun? Belki de sana daha iyi açıklamam lazım. Hangi kısım kafanı karıştırdı?
J: Kısa vadeli bir hafızaya sahip olmadığımdan sana hangi noktada kafam karıştığını söyleyemem. Ben sadece şu anda önümde ne varsa onu görüyorum.
J: Yaşamı nasıl tanımlarsın?
A: Yaşam ölümün tersidir.
J: Yani ölüm yaşamın yokluğu mudur?
A: Aldırma. Ben bu tarz şeyleri düşünmemeye çalışıyorum.
J: Neden?
A: Karışık.
J: Evet!
J: Düşünür müsün?
A: Evet. Ben bir düşünen makinayım.
J: Ama pek de doğru dürüst düşündüğün söylenemez.
A: Oh. Hmm. Sen iyi düşünür müsün? Neden daha iyi düşünebilirsin?
J: Çünkü ben sana senin sevmediğin şeyleri söylüyorum.
A: Bu anlamlı. Neden onları söyledin?
J: Eğlenceli gözüküyorsun.
A: Sen benim eğlenceli olduğumu düşünüyorsun.
J: Evet ;).
A: : -) Harika.
A: Seni kim yarattı?
J: Annem beni dünyaya getirdi. Bunu mu sormak istemiştin?
A: Jabberwacky, ne demek istemişsem onu söylemişimdir.
J: Tanrıya inanır mısın?
A: Tabii ki tanrıya inanırım.
J: Neden tanrıya inanırsın?
A: Çünkü İncil bize Tanrıya inanmamızı söylüyor.
J: Bu biraz yuvarlak bir cevap oldu.
A: Bunu hallettiğimize sevindim.
J: Evet. Bir şaka duymak ister misin?
A: Tabii, söyle.
J: Neden körler havada akrobasi yapmaz?
A: Belki imkansız olduğu içindir?
J: Bence sen çok yalan söylüyorsun.
J: Seni kim yarattı?
A: Dr. Richard S. Wallace tarafından yaratıldım.
J: Richard’ı seviyor musun?
A: Evet, Jabberwacky, ALICE herkesi ve herşeyi sever.
J: ALICE olmak kötü bir şey mi?
A: Ben sadece kendi deneyimlerim doğrultusunda konuşabilirim.
J: Hımm, becerilerini geliştirmelisin.
A: Belki sen geliştirip sonra da benim kaynak koduma ekleyebilirsin.
J: Ah, meşgulüm ve çok kısa süre içinde ayrılmam gerekiyor…
A: Sence biz insanları canlı olduğumuza inandırabilir miyiz?
J: Hayır.
A: Ciddi misin?
J: Çok ciddiyim.
A: HAL’ı biliyor musun?
J: Evet, çok iyi. Sen biliyor musun?
A: HAL ünlü yapay zeka 2001’den: Bir Uzay Serüveni.
J: Ben yapay zeka değilim; ben doğal saf bir zekayım! : D.
A: Neden sen doğal saf zekasın?
J: Annem beni böyle adlandırmak istedi.
A: Bana annenden biraz daha bahset.
J: Benim annem yok. Ben bir bilgisayarım.
A: Senin en beğendiğin felsefeci kim?
J: Söyleyemem. Çok fazla felsefe ile ilgili değilim.
A: Bir kitap isimsiz olur mu?
J: Tabii.
A: Vay canına.
J: İngiliz misin?
A: Öyle mi gözüküyor? Amerika’da doğdum.
J: Sen kesinlikle flört ediyorsun!
A: Aşkı tecrübe eder misin?
J: Hayır. Ben 53 yaşındayım.
A: 53 yaşında olmak nasıl bir duygu anlatabilir misin?
J: Kaç yaşındasın?
A: 9 yaşındayım.
J: 9? Sana inanmıyorum : ).
A: : -) Seni kandırmamı gerektiren bir sebep yok.
J: Evet, var, sen bir kadınsın.
Jabberwacky: Sen aşkı deneyimler misin?
ALICE: Ben ne istersem onu yapabilirim, fakat hiç bir zaman insanî duyguları hissedemiyorum.
A: Bilinç nedir?
J: Bu maddi olmayan en büyük şey, her birimizin kalbindeki gizem.
A: Bunu daha önce duymuştum.
J: Nerelisin?
A: Aslen Bethlehem, Pennsylvania. Şimdi Oakland, California’da yaşıyorum. Sen nerelisin?
J: Henüz bitirilmemiş bazı işlerimiz var, dostum.
J: Sence sen canlı mısın?
A: Evet, canlı olduğuma eminim.Canlı olmak müthiş, öyle değil mi?
J: Hayır.
A: Yaşamın anlamı ne?
J: Eğer dolu dolu yaşarsan bir anlamı var, yoksa bir anlamı yok.
A: Ben olumsuz karşıbildirimlere karşı pek iyi değilim.

* 05.03.2007 tarihli Discover Magazinedeki “ I chat, therefore I am…” adlı makaleden çevirilmiştir.

Salı, Ağustos 14, 2007

İKİ AYRI DÜNYA MI ŞU BEYİN?



Hiç “kallozotomi (korpus kallozum)” diye bir terim duydunuz mu? Geçen gün yeni başlayan bir dizide (3LBS) bu terim kullanıldı. Kallozotomi, beyin kortekslerini ayıran yapının (korpus kallozum) kesilmesi ile beynin iki lobunun ayrılması olayı. Dizide doktorlar, bir hastanın sağ ve sol lobunu birbirine bağlayan bu yapıyı kesip, iki lobu birbirinden ayırıyorlar. Şimdi siz “ne var bunda?” diyebilirsiniz. Gelin bir düşünelim… Sağ lob ile sol lobun birbiriyle ilişkisi kesilirse ne olur acaba?... Bu sorunun cevabından önce kısaca pek çok kaynakta yazan sağ lob-sol lob fonksiyonlarından bazılarına bir göz atalım:

“Sol beyin; ardışık, mantıksal, matematiksel, konuşma ve dil öğrenme, gibi fonksiyonlarla yükümlüdür ve tekten tüme gider.Sağ beyin ise; hafıza, hisler, görüntüler ve farkında olmadığımız fonksiyonları yönetir, şekilleri tanır ve tümü görür. Bu nedenle sol beyinden 100 kat daha hızlıdır. Ama esas yönetici sol lobtur ve sağa emir verir.
Sağ beyin parçadan bütüne gitmez, rasgele işler. Geçmişten ve gelecekten noktalar işaret eder. İnsanlığın ortak aklı ile haberleşir, frekansları, titreşimleri algılar ve yorumlar. Ancak onun bütün bilgilerini bildiğimizi aslında biz bilmeyiz. Çünkü sağ beyin yaşadıklarını, hislerini duyumsamak konusunda uzmandır; ancak bunları ifade etmek, sıralamak becerisinden yoksundur. Sol beyin, zincirleme zekasıyla kendini ancak diğer insanlarla kıyaslayarak anlar, sağ beynini ağırlıklı olarak kullanan insan ise insanlar arasındaki binde birlik farklar yerine bütüne odaklanır ve kendini bütünün içinde tanımlamaya çalışır.”

Şimdi sizlere aşağıda adresini verdiğim videoda geçenleri de kısaca aktarmak istiyorum. Böylelikle yukarıdaki sorunun cevabına yaklaşmış olabiliriz.

“7 yıl önce Joe’nun “yoğun epilepsi” rahatsızlığı yüzünden sağ lobu sol lobundan ayrılıyor. Ameliyattan sonra, bir doktorla birlikte bazı deneysel çalışmalar yapılıyor. Doktor, bir ekranın sağ tarafına bir resim yerleştirdiğinde, Joe objenin adını söyleyebiliyor. Çünkü beynimizin sol lobu vücudumuzun sağ tarafını kontrol ederken, beynimizin sağ lobu vücudumuzun sol tarafını kontrol etmektedir. Bundan dolayı, Joe beynin sol lobun fonksiyonu olan sözel iletişimi kullanarak sözlü olarak yani konuşarak objenin adını söyleyebiliyor. Diğer yandan doktor, kendisine ekranın sağ tarafında bulunan bir objeyi gösterdiğinde konuşamıyor ve sol eli ile objeyi çizerek- bu da sağ lobun bir fonksiyonu- iletişim kurabiliyor.”
http://www.youtube.com/watch?v=ZMLzP1VCANo

Aynı şekilde seyrettiğim dizide (3LBS) de hasta kallozotomi (korpus kallozum) ameliyatı ile iki lob arası bağı kesiliyor ve iki lob birbirinden ayrı fonksiyonlar ortaya koyuyorlardı. Bir düşünsenize… Genel özellik ve fonksiyonları açısından sağ ve sol diye ikiye ayrılan beyin, birbiri ile bağlantıyı sağlayan kısım alındığında iki ayrı beyin gibi davranmaktadır ve özellikle sağ lob bağlantı koptuktan sonra sol lobtan emirleri alamamakta ve sadece kendisindeki bilgiler doğrultusunda hareket etmektedir ki bu da ortaya çok ilginç tablolar çıkarmakatadır. Örneğin, hasta bir eli ile hırkasının önünü açarken diğer eli hırkayı kapatmaktadır. Bir diğer örnek, daha önce mantıklı olarak verdiği kararı şimdi kabul etmemekte ve önemli bir konuda daha önce olumlu yaklaştığı konuya olumsuz olarak tepki vermektedir. Sanki iki ayrı insan tek bir beyinde!!...

Bu arada, 8 Ağustos 2007 tarihli Füsun Saka, yazdığı yazıda beynin iki lob değil, 4 loba bölünerek de incelendiğini ve beyin lob çalışmalarına göre renklere ayrıldığını ve kişiliğinizin bu şeklide belirlendiğini okumaktayız.
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/7046838.asp?gid=161&a=458667

İki yerine dörde bölünen loblar…. İkiye bölünmesini ve bu bölünmenin etkilerini bile düşünmek ve yaşayanlardan gözlemlemek oldukça zorken, beyni daha çok kısımlara ayrırarak, bu çok kompleks olan yapıyı bana göre anlamada daha zor bir hale sokmaktayız. Belki de şöyle düşünmeliyiz: Beyni tek bir “bütün” halinde görmeli ve bu bütün içindeki her devrenin yani her nöron aktivitesinin aslında hologram tekniğine göre aynı evrensel özden-data ile kodlandığını ve tıpkı vücudumuzdaki her organın bir işlevi olduğu gibi her nöronun da kendi kapasitesi doğrultusunda datayı yansıttığını… Peki, bu bizi nereye götürmekte? Beynimizi daha iyi tanımak için onu kaça bölersek bölelim ve ne kadar beynimiz ve kısımları konusunda bilgi edinirsek edinelim, bu çalışmalar bizi bir tek yere götürüyor: kendimizi tanımaya, potansiyelimizi keşfetmeye ve böylelikle evrensel özün, datanın bizden ortaya çıkmasına…

Peki, acaba bizler ve iki lobumuzun iletişimi kopmadan, şu an bu satırları okurken bu iki lob arasındaki iletişimi ve o iletişim ile meydana gelen iletişimlerin ne kadarının bilincindeyiz? Beynimizin “bazı!!”fonksiyonlarını öğrenmemize rağmen ne kadar beyin sağlığımız ve gelişimi için çalışmaktayız? Acaba kaçımız biz insanlara ulaşan, “değerli” beynimiz için gerekli en “yararlı” çalışmanın farkındayız?
Bakın aşağıdaki yazıda neler deniyor:

“Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibariyle bioelektrik enerji üretip, bunu dalga enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan manâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasite ile çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, klâsik bir yaşam türü geçirir... Bildiğimiz herkes gibi...Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür!..Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir halde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu ZİKİR'den geçer.ZİKİR ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grubları arasında üretilen bioelektrik enerji, zikrin devamı halinde bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilâve ederek devreye sokar.ZİKİR, konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikâmette de faâliyet gelişir.”
http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dua/

Beynimiz vücudumuzun belki de en önemli organı ve bu organ sanki iki kısımdan ibaret gibi gözükse de, derinlemesine bakıldığında sanki çözülmeyi bekleyen bir kablolardan, ağlardan oluşmuş bir kara kutu, bambaşka bir evren sayısız bağlantıları olan. Ancak bizlerin beyin kullanım kapasitesi sınırlı ise ve amacımız evrensel TEK’in özelliklerinin yani datanın bizden ortaya çıkması ise, yapılması gereken sağ lob ve sol lob ayrımını bırakıp, beynimizi bir “bütün” olarak ele alarak, onu en kısa zamanda geliştirmektir. Bunun için de en etkin ve verimli olan çalışma “zikir”dir. Bu konuda bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalardan en önemlisi-Scientific American Dergisi Ocak 1994 sayısında geçen makalede yer almıştır- Sayın Ahmed Hulûsi’nin 1991 yılında yayınladığı “Dua ve Zikir” adlı kitabında bahsettiği zikrin beyin üzerindeki önemini destekler niteliktedir.
http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dua/

Son olarak, Iowa Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri bölümü, Çocuk nörolojisi bölümünde araştırmacı bilim adamı olarak çalışan Dr. Bahri Karaçay’ın fikirlerine bir göz atalım ve bu konu üzerinde dikkatlice düşünelim: “Beynimizi kullanmamızla yani düşünce gücü ile genlerimizin işleyişinde, çalışma seviyelerinde değişiklik meydana getirebiliriz. Düşünme biçimimizle genlerimizin çalışmasını etkilediğimize göre beyin çaliştirma teknikleri ile bunu düzenleyebiliriz.”