Pazar, Aralık 23, 2007


AMİGDALA (AMYGDALA) 2. BÖLÜM

“En büyük korkunuz nedir?” diye sorulsa, pek çok korku ve fobi adı altında ortaya çıkanların kökeninde “Ölüm” korkusu olduğunu göreceğiz. Korkunun merkezi olarak bilinen amigdalanın da bu en önemli korkulan unsurla yani “ölüm” korkusu ile bağlantısının olması gerektiği düşüncesinden yola çıkarsak eğer, “Ölüme Yakın Tecrübelerde (Near Death Experiences-NEDs-)” ve “ölüm” denilen olayda hipokampus ve amigdalayı incelemeye devam etmenin gerekliliği tekrar ortaya çıkmaktadır.

Bilim adamları “Ölüme Yakın Tecrübeler (NEDs)”in neden kaynaklandığı konusunda çeşitli fikirler üretmektedir. Bunlardan bir tanesi ve belki de en önemlisi, Kentucky Üniversitesinde nörofizyolojist olan Kevin Nelson’ın açıklamasıdır. Bu açıklamaya göre; oksijen seviyesinin düşmesi ile hipokampusta oluşan bir çeşit bioelektrik boşalımın, hipokampusun duygusal hafızanın merkezi olması nedeniyle kişide “tüm yaşantının göz önünden akıp gitmesi” denilen olayı yaratması ve amigdaladaki bir çeşit kimyasal maddenin (endorfin) salgılanarak, “öfori (euphoria)” denilen bir his uyandırıp, bedenden kopukluk hissedilmesi ile geçici olarak yaşanan tüm bu “göz önünden akıp giden hayatın”, “ruh” denilen mikrodalga bedende hologramik biçimde görselleşmesidir.

“Ölüme Yakın Tecrübelerde (NDEs)” hipokampusun ve amigdalanın önemli rolü tartışılırken bir de isterseniz, “Ölüm” denilen olayda da hipokampusun ve amigdalanın nasıl bir rol oynadığına bakalım…

Nörofizyolojist Dr. Rhawn Joseph, “brainmind.com” adlı web sitesinde, “Ölüm” anında hipokampus ve amigdalanın aktiviteleri hakkındaki açıklamaları, Kevin Nelson’ın “Ölüme Yakın Deneyimler (NDEs)” hakkında yaptığı açıklamalara benzer bir paralellik teşkil etmektedir. Joseph’ın açıklamasına göre de, hipokampusta kayıtlı olan ve amigdalada etiketlenen tüm anılar ve o anılara bağlı suçluluk, üzüntü gibi tüm duygular “ölüm” adlı tecrübenin bir parçası olarak “ruh” adlı mikrodalga bedende hologramik olarak tekrar yaşanır. “Ölüm”ü tadan kişi, vücudundan yukarı doğru bir seyir, tüm yaşantının bir film gibi tekrarlanması, bu tekrarlanışla birlikte kendini yargılama, sorgulama, bir çeşit vicdan muhasebesi yapmaya başlar. Aslında bu aktivitelerin hepsi temporal loptaki ve hipokampus-amigdaladaki bioeleletrik akımının boşalması ile meydana gelmektedir.

Bu iki nörofizyoloğun hem “Ölüme Yakın Deneyimler” hem de “ölüm”ü tatma olayı hakkındaki aynı paralellikteki açıklamaları, Üstad Ahmed Hulûsi’nin 20 sene önce yazdığı “İnsan ve Sırları1” kitabında yaptığı ölüm anı açıklamalarını doğrular niteliktedir:

“…Beynin yolladığı bioelektrik enerji, bedenin en uç noktasından beyne en yakın noktaya doğru bir kesilme gösterdiği için de, bu kişide en uç noktasından yani ayaklarının ucundan Ruh yukarı çekiliyormuş gibi bir mânâ şeklinde yorumlanıyor.Oysa bu, hücrelerdeki elektriğin kesilmesi sırasında, başa doğru olan o bölümlerdeki hissizliği kişi farkediyor. Çünkü esasında, beyindeki bioelektrik kesilmesi sonucunda bedende de çekicilik kalkıyor!... Bedenden çekicilik kalktığı zaman, zaten otomatik olarak kişilik Ruhu bedenden ayrılıyor!..Bu olay bir anda oluyor! Kişinin ayak ucundan çekiliyor diye hissettiği şey, beynin bedene yaydığı bioelektriğin kesilmesinin, en uç noktadan itibaren farkedilmesi olayı…

Tüm hayatımız boyunca duygusal olarak yaşadığımız her bilginin ve o bilgiye ait bağlantılı tüm duyguların sadece beynimizdeki bilgisayarda değil de backup’ı yani bir çeşit yedek bilgisayar olan “ruh” adlı hologramik mikrodalga bedene de aynı şekilde kaydedilmesi ve ölüm ötesi sonsuz yaşamda bu kaydedilen her bilginin neticelerinin hologramik olarak tekrar yaşanmasına etken olan hipokampusun ve amigdalanın rolü önemlidir. Ancak bu durum, Dr. Joseph’in yaptığı ek bir açıklama ile daha da ilginç bir hal almaktadır; Dr.Joseph, “ölüm” denilen olayın başlaması ile hipokampus ve amigdalanın, beyinde hem ilk etkilenen bölgeler, hem de ilk etkilenmesine rağmen fonksiyonu duran en son iki bölge olduklarını açıklamaktadır.

Bu da bizleri şöyle bir düşünme noktasına getirebilir: Eğer bizler, tüm hayatımız boyunca hipokampusta depolanan ve amigdalada etiketlenen daha çok “korku” merkezli duyguların hükmü altında yaşamışsak ve bu kaydedilmiş bilgiler aynı şekilde “ruh” adlı mikrodalga bedene de otomatik olarak kaydedilmişse, “ölüm” adlı olayı yaşamaya başladığımız andan itibaren madde beden olarak algıladığımız bu bedenden hologramik mikrodalga bedenle ölüm ötesi yaşantıya geçişteki en son anda yine hipokampus ve amigdalanın hükmündeyiz. “Gost (Hayalet)” adlı filmi hatırlayın. Filmde ölümü tadan ana karakterin öldüğünü anladığı ilk anları gözünüzün önüne getirin; tüm korku ve endişelerin ortaya çıktığı tüm duyguların en yoğun şekilde yaşandığı o anı… İşte o an, o hissediş, hipokampus ve amigdalanın etkin faaliyetinden başka bir şey değil.

Tecrübe ettiğimiz ve kaydettiğimiz, amigdala sayesinde de birbirine zincirleme eklediğimiz korku ağırlıklı duygularımızı sadece bu dünyada yaşamakla kalmıyor “ölüm” adlı olayı yaşamaya başladığımız ilk andan son ana kadar da bir film gibi tekrarlayarak ölüm ötesi yaşama geçiyor ve ölümötesi yaşantıda da neticeleri ile karşı karşıya kalıyoruz. O zaman, sadece bu dünyadayken değil, ölüm anı ve ölüm ötesi yaşam için de hipokampus ve amigdalaya yüklediğimiz özellikle tüm korkularımız ve vesveselerimiz bizler için önemli bir hal almaktadır. Peki, ne mi yapmalıyız? “Amigdala” adlı bir önceki yazının son kısımlarını okumanızı öneririm.

Salı, Aralık 04, 2007


AMİGDALA (AMYGDALA)

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için...”

William Shakespeare’in “korku” hakkındaki bu sözleri beni korkunun kaynağına yani beyne yöneltti. Gelin birlikte bu kaynağı-fabrikayı yani beyni gezelim ve özellikle “korku”nun ve ondan açığa çıkan diğer duyguların bu fabrikada nasıl işlendiğine bir göz atalım…

Fabrika yani üreten kaynak “beyin” ve bu fabrikadaki binlerce işçi (nöron), kendine ulaşan bilgileri işlemekle, ortaya koymakla her an meşguldür. Ortaya koydukları işin vasıflarına göre sınıflanmış nöronlar, gruplar halinde kendilerindeki bilgi doğrultusunda gece ve gündüz, uyku hali ya da uyanıklık hali gibi durumlarla sınırlanmadan, yani bu durumlar onlar için bir şey ifade etmeden, “ölüm” denen tecrübeye kadar devamlı olarak çalışmaktadırlar. İşte bu nöron gruplarından biri olan ve özellikle korkuları, bu korkulardan doğan vehim, vesveseleri gibi pek çok duyguları oluşturan, “badem (amigdala-amygdala)” işçi grubu, beynin yani fabrikanın bir ucunda, limbik sistem denilen bölümde sağ ve sol iki küçük gruptan oluşmaktadır. Onlar için kısaca “duygusal beyin merkezi” denilebilir. Özellikle “korku”nun kaynağıdır, yaratıcısıdır. Limbik sistemdeki diğer grup olan “hipokampusla (hippocampus)” -ki bu grup anıların deposudur- koordineli bir biçimde çalışmaktadırlar. Hipokampus depolanmış bilgileri, anıları sinapslara yani elçilere, basit anlamda bioelektriksel olarak yükleyerek amigdalaya gönderir. Burada bu bilgiler “duygusal” nitelik taşıyan etiketlerle etiketlenerek, şablonlar halini alır ve tabii bu duygusal davranışların tepkimeleri yani ortaya çıkmaları da genellikle başta “korku” olarak nitelendirebileceğimiz davranışlar olarak fiile dökülür.

Eğer işin biraz daha derinine inersek…

Fabrikada değer yargıları ve şartlanmalarla programlanmış veri tabanı (data base) kaynaklı edinilen bilgiler ışığı altında amigdala, kendisine ulaşan her bilgiye “bu bana zarar verir mi?”, “bundan nefret eder miyim?” gibi sorularla vücuttaki hormonların yani belirli bir grup hücrenin çalışmasına sebep olur, bu üretilen bilginin hormonlar aracılığı ile “kardiyovasküler sistem”, “kaslar”, “bağırsaklar” adı altındaki diğer hücre gruplarını aktive ederken aynı anda da beyin köküne “daha hızlı nefes al, kan basıncı artsın!, hazım engellensin” gibi bilgileri geçerek çeşitli reaksiyonları oluşturur. Tabii bu gibi aktiviteleri yapmasının bir açıdan başlangıç diyebileceğimiz noktası, kendisine ulaşan bilgileri önceden kendisinde işlenmiş olan bilgilerle yani veri tabanındaki (data base) mevcut olan bilgilerle bir takım bağlantılar kurarak ve her bilgiye “duygusal” bir etiket yapıştırarak gerçekleştirmiş olmasıdır.

Bize “göre” “geçmiş” diye adlandırdığımız bir noktada yaşanmış “korku” etiketi altındaki bir bilgi, amigdalada mevcut olduğu için bir bakıma “ayna” fonksiyonu ile yani yansıtma, bir nevi “ tekrar görüntüleme” şeklinde o bilginin tekrar yaşanmasını ya da benzer bir deneyimin oluşmasına sebep olabilir. Örneğin, büyük bir gürültü duyduğunuzda, amigdala hemen bu gürültü ile ilgili daha önceki bilgiden ortaya çıkmış duyguları aktive ederek, aynı duyguların benzer olayda tekrar yaşanmasını sağlar; eskiden oluşmuş duygular, o yeni bilgiye- duruma aynı şekilde kopyalanıp, adapte edilir.

Görsel ya da duyuşsal durum dışında, bizim dışımızdaki(!) kişilerin yaşadığı duygusal durumlarda da aynı duygunun bizde de açığa çıkması, yansıması kaçınılmazdır. Prof. Dr Marcola Iacoboni bu durumu “ayna nöron”larla açıklamaktadır. Ona göre, karşımızdaki bir kişinin yaşadığı duygusal bir durum, ayna nöronlar vasıtası ile bizim beynimizdeki amigdalada daha önce yaşadığımız benzer duygusal durumlarla eşleşip, bizden de aynı şeklide açığa çıkabilmektedir.

Bu öylesine ilginç bir oluşumdur ki, amigdala herhangi bir “korku” ya da “endişe” etiketli kendisindeki ya da dışında diye algıladığı başka(!) birisindeki mevcut bilgiyi “duygusal” olarak etiketleyip, depolarken, bir yandan da buna benzer yeni bilgileri de oluşturduğu şablonlarla etiketleyip “süregiden bir korku-endişe-vesvese bilgisi zinciri” oluşturmaktadır.

Veri tabanımızdaki (data base) mevcut olan ve amigdalada “duygusal” olarak etiketlenen bilgiler ve bir de yeni bilgilerin de eski bilgilerle kıyaslanarak, işlenmesi bizleri tamamen “duygusal” bir girdaba sokmakta ve bu girdabın en kuvvetli elemanlarından olan “korku” ise tüm duygulara sanki hükmederek, zaman zaman akıl ve iradeyi devre dışı bırakmaktadır. Çünkü, beyinde yani bu fabrikada akılcıl olarak işlerin yürütülmesini sağlayan ve koordine eden “neokorteks (neocortex)”, limbik sisteme ulaşan bilgiyi amigdalanın tersine daha sağlıklı değerlendirip, yorumlayarak işlemden geçirerek limbik sisteme geri yollarken, amigdala kortekse göre daha hızlı işlem yapar ve kendisine gelen bilgiyi önceki bilgilerden birisine benzerlik gösterdiği anda uygunluğunu tespit edip, etiketleyip limbik sisteme geri yollaması ve ana işletim sistemde yerini almasını sağlar. Bu da bizim dışardan çoğu kere “duygusal” bazlı “fevri- önyargılı-vesveseli” davranış dediğimiz çıktılara yani fiillere sebep verir.

İşte bu gibi duyguların aklın önüne geçip, ortaya çıkması, bilincin hakikatine yönelik yaşamasını engelleyebilmektedir. Bundan dolayı, amigdalanın bu yöndeki duygusal etiketleme işleminin önüne geçmenin tek yolu, “iman” gücüdür. Bakın bu durumu Üstad Ahmed Hulûsi de 1996 yılında yazdığı“İslâm” adlı kitabının “Cehennemden Ne İle Çıkılır” bölümünde nasıl açıklamış:

“… insan, hayatını cehenneme çeviren vehim gücünün üstesinden akılla gelemez!. Vehim kuvveti yani “yoku var sanıp, varı yok sayma” özelliğinin üstesinden gelecek olan insandaki güç akıl değil, imandır!. Vehim, akıl ve ona dayalı olan tefekkür mekanizması üzerinde rahatlıkla tasarruf ederken, fiilleri direkt yoldan etkileyen iman karşısında daima yenik düşer!. İşte bu yüzdendir ki “Dini” anlaması için akıllıya teklif yapılmış ve iman ederek yürümesi önerilmiştir!.
İnsanın, gerek dünya yaşamındaki cehennemî sürec, ve gerekse de ölümötesi yaşamındaki cehennemi, hep onda galip gelen vehim kuvvesinin sonucudur!. Bunun sona erdirilmesi ise yalnızca iman kuvvesi ile mümkündür!...”

Yukarıdaki bilgilere ek olarak, bir de Yunus Suresi’ni 62-63 de okuyalım:

Açın gözünüzü! Allah veliylerine (hiç birşeyi kalmamış) korku yoktur” ve onlar mahzun da olmazlar. Onlar ki iman etmişlerdir hakikatlerine ve sünnetullah’ın gereği korunmayı gerçekleştirmişlerdir.”

Sonuç olarak, beynimizde yani fabrikada çalışan iki küçük badem büyüklüğündeki grubun beynimiz üzerindeki duygusal etiketli (korku-endişe-vesvese gibi…) etkilerinin hakikati anlamaya ve yaşamaya doğru yol alan beyinler için farkedilmesi gereklidir. Bu farkedişle birlikte, atılacak adım, beynimizde mevcut olan sonsuz sayıdaki “Mutlak Bilinç”e ait özellikleri keşfederek, bu yönde, bu inanç doğrultusunda bilgilerin açığa çıkmasını sağlamaya çalışmaktır. Buna inanmak öylesine bir güçtür ki, hakikatimize ulaşmakta bize engel oluşturacak duygusal etiketleri ve etkilerini silip, yok edebilir.