Pazar, Mart 23, 2008

SEZGİ (INTUITION) I. BÖLÜM

“Büyük bir ormanın içerisinde kaybolmuş bir kör, sağda solda dolaşıp dururken ayağı takılır ve düşer. Düştüğü yeri yokladığında bir kötürümün üstüne düştüğünü anlar. Sonra aralarında konuşmaya başlarlar. Kör, günlerdir ormandan çıkmaya çalıştığını ama bir çıkış yolu bulamadığını söyler. Kötürüm de aynı durumda olduğunu, kalkıp gidemediğini belirtir. Daha sonra kötürümün aklına şu gelir: “Sen, beni sırtına al, ben de sana nereden gideceğimizi söyleyeyim. Böylece ikimiz de rahatlıkla ormandan çıkabiliriz.”der.”(Dr.Zülfikar Özkan, Bilincin Gücü)

Bu eski hikâyede kör aklın, kötürüm ise sezginin simgesidir. Bilim insanlarınca gerçekleştirilen her deney, araştırma ya da düşüncede akıl ön planda tutulmuş, sezginin gücüne ve kudretine fazlaca önem verilmemiştir. Ancak, zamanla özellikle son on yıldır, bilimin ürünleri olan güncel bilimsel teoriler, (hologram tekniği, kuantum teorisi, string teorisi gibi..) sezginin, aklın yanı sıra bilinçlerden ortaya çıkmaya başladığının işaretleridir. Bu noktada, ünlü bilim insanı Albert Einstein’ın sezgiye dair sözü, düşünen ve hakikatinin ne olduğunu bulmaya yönelen beyinler için “ilham” verici nitelik taşımaktadır: “Sezgisel Akıl (Intuitive Mind) kutsal bir armağan, Mantıksal Akıl (Rational Mind) ise sadık hizmetkârdır. Bizler hizmetkârı öven ve “kutsal armağanı” unutan toplumlar yaratıyoruz.”

Fizik-madde boyutunda baktığımızda, beyin ve beyinin akıl fonksiyonu, “insan” adlı birim için çok önemlidir. “Akıl-zihin” diye adlandırdığımız beyin fonksiyonunun eş anlamına baktığımızda, bizi “hafıza-bellek” kelimelerinin işaret ettiği anlamlara yöneltir. “Akıl” bir bakıma “hafıza” dediğimiz; bilgileri toplama, depolama, anımsama diye adlandırdığımız sistem içerisinde çalışmaktadır. Bu bilgiler, veritabanımızda 5 duyu, genetik ve kozmik tesirler yoluyla kaydedilmekte, depolanmakta ve anımsanmaktadır. Bu şekildeki bir işleyişte beyne “yeni” olarak adlandırdığımız her fikir, bu süreçlerden geçerek, bizde mevcut olanlar ile kıyaslanıp (analiz-sentez), etiketlenir. İşte bizler, bu işlemi gerçekleştiren beyinleri de “akıl” fonksiyonunu kullanan birim olarak algılarız.

Bu konuda, “Mantıksal Akıl” hakkında Shakti Gawain, “Living in the Light” adlı kitabında bakın ne diyor: “Mantıksal akıl, bir bilgisayar gibidir. Bilgiyi işler ve bu bilgiye dayalı mantıksal sonuçlar çıkartır. Ancak mantıksal akıl sınırlıdır. O, sadece kendisine ulaşan bilgi doğrultusunda işlem yapabilir. Bir başka deyişle, mantıksal akıl tüm yaşamımız boyunca edindiğimiz tecrübelere dayalı olarak işlem görür.”

“İnsan” adlı birim için “akıl” yadsınmayacak kadar önemli bir fonksiyondur. Ancak, yazar Gawain’in de açıklamasında olduğu gibi; “akıl” kişiyi bir bakıma da sınırlayan bir bilgi işletim sistemidir. Sadece edinilmiş bilgiyi en doğru şekilde işleyen bir mekanizmadır. Sınırlıdır bu yüzden!!! Ötesine geçemez!!!... Tıpkı bilim insanlarının görünenden, bilinenden yola çıkarak,“insan”lık için keşfettikleri ve yaptıkları tüm deney ve çalışmaların bir noktada sınırlı kalması gibi…

İşte bu noktada, belki Einstein’ın dediği gibi bizlere bahşedilmiş, bu çok değerli armağanı,
“akıl ile sınırlı insan” olmanın ötesinde tüm bu keşfedilmişliklerin, giz’li hazinelerin anahtarını belki de kullanmamızın vakti gelmiştir.

Bu anahtar, bu çok değerli armağanı anlamlaştırmada ilk önce yine Gawain’in tanımlamasını okuyarak başlayalım: “Sezgisel Akıl, sonsuz bilgi erişimine sahiptir. Sezgisel Akıl, Mutlak Akıl’ın iliminin ve hikmetinin yansıtma mekanizmasıdır. Ayrıca ne zaman, neye ihtiyacımız olsa, Sezgisel Akıl ile edinilen bilgi bizlere ışık tutar. Eğer bizler, Mutlak Akıl’dan bize yansıyan bu sonsuz bilgi ve hikmetin bizlere rehber olmasına izin verirsek, o zaman göreceğiz ki; sonsuz sınırsız seyr etmekteyiz.”

Dr. Zülfikâr Özkân da “Bilincin Gücü” adlı kitabında “sezgi” hakkında şunları ifade etmektedir: “Sezgi, mantıklı adımlarla ilerlemez ve mantık yürütmez. Anında ve doğru olarak bilgiye ulaşır. Sezgi yolu ile edindiğimiz bilgiye beş duyu ile ulaşamayız. Sezgi, deneye dayalı bir yöntemle bilgi toplamaz. Sezgi, insanın bilincini sınırsız bir şekilde yükseltir.”

Şimdi de tasavvuf ehli İmam Gazali’nin sezgi hakkındaki fikirlerini okuyalım: “İnsan bilgi yolunda duygulardan da akıldan da yararlanabilir. Ancak, bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini vermez. Zira, gerçek ve kesin bilgi “sezgi”yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü insanın gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner.”

Buraya kadar ki bilgileri toparlarsak... 5 duyu çerçevesinde değerlendirme yapan “insan” adlı birimin akıl fonksiyonu, makro ve mikro kozmosta görünen ve algılanan bilindik evreni değerlendirmesi ile sınırlı kalırken, sezgi ile aklın geldiği noktadan yani birimsellik noktasından (madde beden ya da “ruh” adlı mikrodalga beden) ilerleyerek, madde ötesi şuursal değerlendirme ile sınırsız, özden gelen bir akışla seyr söz konusu olabilmektedir.

Bu noktada, bilim insanları “sezgi”yi daha iyi anlamlandırmak için yine akıldan yardım alırlar ve bir dizi deneyler yaparlar: Bunlardan bir tanesi; rahibelerle birlikte gerçekleştirdikleri deneyler sonucunda rahibelerin, tanrıyı düşündüklerinde ve hatırladıklarında beyinde 6 değişik bölgenin güçlendiğini yani aktive olduğunu görürler. Caudates çekirdeğinde çoğalan aktiviteler, aşık olma (koşulsuz sevgi-ilâhi aşk), öğrenme ve hafızada önemli bir role sahip olan beynin küçük merkezi kısmı, vücudun sezgi ve sosyal duyularını belirleyen beynin insula kısmı, bir tecrübenin hoşnutluğunu belirleyen medial orbitofrontal kortex, duygusal farkındalığı belirleyen medial prefrontal kortex ve orta temporal lop. (daha detaylı bilgi için Nöroteoloji-Neurotheology” adlı yazıyı okuyabilirsiniz) Bir diğer deney ise, deneklere noktacıklardan oluşan motiflerin gösterilmesi ve 40 milisaniye sonra hangisinin bir objeyi gösterdiğini bulmalarının istenmesidir. Zaman kısıtlığından dolayı denekler, sezgilerinden hareket ederler ve 20-30 motiften sonra verilen yanıtlar genelde doğrudur. Bu sezgisel hareketin beyin tomografisinin incelenmesi doğrultusunda, nöronların en çok medial orbitofrontal kortekste etkin olduklarını gözlemlerler. Bu bölge göz boşluğunun üzerinde, alnın arkasında yer almaktadır.

Ancak, belki de farkına varılması gereken nokta; her ne kadar fiziki boyutta beyin, madde ötesi şuursal boyutu algılamamıza araç olsa da “sezgi”yi beynin belirli bölgelerinden yola çıkarak anlamlandırmak, “sezgi”yi anlamamızı sınırlamaktan öte gitmez. Bu düşünceden yola çıkarsak eğer acaba hiç düşündük mü?: Bethoveen, duyma yetisine sahip değilken, nasıl bu kadar eşsiz müzik parçaları besteleyebilmiştir? Görme yetisi olmayan ressam Eşref Armağan, görmeden nasıl resim yapabilmektedir?? 5 duyunun ötesinde sınırlı bir frekans skalası içerisinde duyamayan ve göremeyen kişiler, nasıl bu kadar yaratıcı olabiliyorlar acaba? Bu gibi örnekler bizleri, akılın ötesi bir değerlendirmeye, sezgiye doğru yönledirmiyor mu?

Bilim, hologram tekniği ile birlikte evrenin aslının bir hologramdan ibaret olduğunu açıklamaktadır. Tıpkı tasavvuf ehillerinin de bin yıllar öncesinden bu gerçeği “Alemlerin Aslı Hayâldir” diye ifade etmeleri gibi. Araştırmacı-Yazar Ahmed Hulûsi de, İnsan ve Sırları kitabının “Alemlerin Orijini Hayâldir” kısmında tam bu noktada şöyle demektedir: “…Alemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!..” demişlerdir. Bunu kavrayabilmek, tamamıyla bir «zevk» işidir. Yani sezgi yoluyla, bu gerçeği algılayıp, bunu yaşayabilme işidir…”

Sonuç olarak, insanın hakikatini tanımada aklın önemi büyük. Ancak, belki de akıl ile sınırlı birimler olmadığımızı da anlamanın zamanı gelmiştir.