Pazar, Mart 23, 2008

SEZGİ (INTUITION) I. BÖLÜM

“Büyük bir ormanın içerisinde kaybolmuş bir kör, sağda solda dolaşıp dururken ayağı takılır ve düşer. Düştüğü yeri yokladığında bir kötürümün üstüne düştüğünü anlar. Sonra aralarında konuşmaya başlarlar. Kör, günlerdir ormandan çıkmaya çalıştığını ama bir çıkış yolu bulamadığını söyler. Kötürüm de aynı durumda olduğunu, kalkıp gidemediğini belirtir. Daha sonra kötürümün aklına şu gelir: “Sen, beni sırtına al, ben de sana nereden gideceğimizi söyleyeyim. Böylece ikimiz de rahatlıkla ormandan çıkabiliriz.”der.”(Dr.Zülfikar Özkan, Bilincin Gücü)

Bu eski hikâyede kör aklın, kötürüm ise sezginin simgesidir. Bilim insanlarınca gerçekleştirilen her deney, araştırma ya da düşüncede akıl ön planda tutulmuş, sezginin gücüne ve kudretine fazlaca önem verilmemiştir. Ancak, zamanla özellikle son on yıldır, bilimin ürünleri olan güncel bilimsel teoriler, (hologram tekniği, kuantum teorisi, string teorisi gibi..) sezginin, aklın yanı sıra bilinçlerden ortaya çıkmaya başladığının işaretleridir. Bu noktada, ünlü bilim insanı Albert Einstein’ın sezgiye dair sözü, düşünen ve hakikatinin ne olduğunu bulmaya yönelen beyinler için “ilham” verici nitelik taşımaktadır: “Sezgisel Akıl (Intuitive Mind) kutsal bir armağan, Mantıksal Akıl (Rational Mind) ise sadık hizmetkârdır. Bizler hizmetkârı öven ve “kutsal armağanı” unutan toplumlar yaratıyoruz.”

Fizik-madde boyutunda baktığımızda, beyin ve beyinin akıl fonksiyonu, “insan” adlı birim için çok önemlidir. “Akıl-zihin” diye adlandırdığımız beyin fonksiyonunun eş anlamına baktığımızda, bizi “hafıza-bellek” kelimelerinin işaret ettiği anlamlara yöneltir. “Akıl” bir bakıma “hafıza” dediğimiz; bilgileri toplama, depolama, anımsama diye adlandırdığımız sistem içerisinde çalışmaktadır. Bu bilgiler, veritabanımızda 5 duyu, genetik ve kozmik tesirler yoluyla kaydedilmekte, depolanmakta ve anımsanmaktadır. Bu şekildeki bir işleyişte beyne “yeni” olarak adlandırdığımız her fikir, bu süreçlerden geçerek, bizde mevcut olanlar ile kıyaslanıp (analiz-sentez), etiketlenir. İşte bizler, bu işlemi gerçekleştiren beyinleri de “akıl” fonksiyonunu kullanan birim olarak algılarız.

Bu konuda, “Mantıksal Akıl” hakkında Shakti Gawain, “Living in the Light” adlı kitabında bakın ne diyor: “Mantıksal akıl, bir bilgisayar gibidir. Bilgiyi işler ve bu bilgiye dayalı mantıksal sonuçlar çıkartır. Ancak mantıksal akıl sınırlıdır. O, sadece kendisine ulaşan bilgi doğrultusunda işlem yapabilir. Bir başka deyişle, mantıksal akıl tüm yaşamımız boyunca edindiğimiz tecrübelere dayalı olarak işlem görür.”

“İnsan” adlı birim için “akıl” yadsınmayacak kadar önemli bir fonksiyondur. Ancak, yazar Gawain’in de açıklamasında olduğu gibi; “akıl” kişiyi bir bakıma da sınırlayan bir bilgi işletim sistemidir. Sadece edinilmiş bilgiyi en doğru şekilde işleyen bir mekanizmadır. Sınırlıdır bu yüzden!!! Ötesine geçemez!!!... Tıpkı bilim insanlarının görünenden, bilinenden yola çıkarak,“insan”lık için keşfettikleri ve yaptıkları tüm deney ve çalışmaların bir noktada sınırlı kalması gibi…

İşte bu noktada, belki Einstein’ın dediği gibi bizlere bahşedilmiş, bu çok değerli armağanı,
“akıl ile sınırlı insan” olmanın ötesinde tüm bu keşfedilmişliklerin, giz’li hazinelerin anahtarını belki de kullanmamızın vakti gelmiştir.

Bu anahtar, bu çok değerli armağanı anlamlaştırmada ilk önce yine Gawain’in tanımlamasını okuyarak başlayalım: “Sezgisel Akıl, sonsuz bilgi erişimine sahiptir. Sezgisel Akıl, Mutlak Akıl’ın iliminin ve hikmetinin yansıtma mekanizmasıdır. Ayrıca ne zaman, neye ihtiyacımız olsa, Sezgisel Akıl ile edinilen bilgi bizlere ışık tutar. Eğer bizler, Mutlak Akıl’dan bize yansıyan bu sonsuz bilgi ve hikmetin bizlere rehber olmasına izin verirsek, o zaman göreceğiz ki; sonsuz sınırsız seyr etmekteyiz.”

Dr. Zülfikâr Özkân da “Bilincin Gücü” adlı kitabında “sezgi” hakkında şunları ifade etmektedir: “Sezgi, mantıklı adımlarla ilerlemez ve mantık yürütmez. Anında ve doğru olarak bilgiye ulaşır. Sezgi yolu ile edindiğimiz bilgiye beş duyu ile ulaşamayız. Sezgi, deneye dayalı bir yöntemle bilgi toplamaz. Sezgi, insanın bilincini sınırsız bir şekilde yükseltir.”

Şimdi de tasavvuf ehli İmam Gazali’nin sezgi hakkındaki fikirlerini okuyalım: “İnsan bilgi yolunda duygulardan da akıldan da yararlanabilir. Ancak, bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini vermez. Zira, gerçek ve kesin bilgi “sezgi”yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü insanın gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner.”

Buraya kadar ki bilgileri toparlarsak... 5 duyu çerçevesinde değerlendirme yapan “insan” adlı birimin akıl fonksiyonu, makro ve mikro kozmosta görünen ve algılanan bilindik evreni değerlendirmesi ile sınırlı kalırken, sezgi ile aklın geldiği noktadan yani birimsellik noktasından (madde beden ya da “ruh” adlı mikrodalga beden) ilerleyerek, madde ötesi şuursal değerlendirme ile sınırsız, özden gelen bir akışla seyr söz konusu olabilmektedir.

Bu noktada, bilim insanları “sezgi”yi daha iyi anlamlandırmak için yine akıldan yardım alırlar ve bir dizi deneyler yaparlar: Bunlardan bir tanesi; rahibelerle birlikte gerçekleştirdikleri deneyler sonucunda rahibelerin, tanrıyı düşündüklerinde ve hatırladıklarında beyinde 6 değişik bölgenin güçlendiğini yani aktive olduğunu görürler. Caudates çekirdeğinde çoğalan aktiviteler, aşık olma (koşulsuz sevgi-ilâhi aşk), öğrenme ve hafızada önemli bir role sahip olan beynin küçük merkezi kısmı, vücudun sezgi ve sosyal duyularını belirleyen beynin insula kısmı, bir tecrübenin hoşnutluğunu belirleyen medial orbitofrontal kortex, duygusal farkındalığı belirleyen medial prefrontal kortex ve orta temporal lop. (daha detaylı bilgi için Nöroteoloji-Neurotheology” adlı yazıyı okuyabilirsiniz) Bir diğer deney ise, deneklere noktacıklardan oluşan motiflerin gösterilmesi ve 40 milisaniye sonra hangisinin bir objeyi gösterdiğini bulmalarının istenmesidir. Zaman kısıtlığından dolayı denekler, sezgilerinden hareket ederler ve 20-30 motiften sonra verilen yanıtlar genelde doğrudur. Bu sezgisel hareketin beyin tomografisinin incelenmesi doğrultusunda, nöronların en çok medial orbitofrontal kortekste etkin olduklarını gözlemlerler. Bu bölge göz boşluğunun üzerinde, alnın arkasında yer almaktadır.

Ancak, belki de farkına varılması gereken nokta; her ne kadar fiziki boyutta beyin, madde ötesi şuursal boyutu algılamamıza araç olsa da “sezgi”yi beynin belirli bölgelerinden yola çıkarak anlamlandırmak, “sezgi”yi anlamamızı sınırlamaktan öte gitmez. Bu düşünceden yola çıkarsak eğer acaba hiç düşündük mü?: Bethoveen, duyma yetisine sahip değilken, nasıl bu kadar eşsiz müzik parçaları besteleyebilmiştir? Görme yetisi olmayan ressam Eşref Armağan, görmeden nasıl resim yapabilmektedir?? 5 duyunun ötesinde sınırlı bir frekans skalası içerisinde duyamayan ve göremeyen kişiler, nasıl bu kadar yaratıcı olabiliyorlar acaba? Bu gibi örnekler bizleri, akılın ötesi bir değerlendirmeye, sezgiye doğru yönledirmiyor mu?

Bilim, hologram tekniği ile birlikte evrenin aslının bir hologramdan ibaret olduğunu açıklamaktadır. Tıpkı tasavvuf ehillerinin de bin yıllar öncesinden bu gerçeği “Alemlerin Aslı Hayâldir” diye ifade etmeleri gibi. Araştırmacı-Yazar Ahmed Hulûsi de, İnsan ve Sırları kitabının “Alemlerin Orijini Hayâldir” kısmında tam bu noktada şöyle demektedir: “…Alemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!..” demişlerdir. Bunu kavrayabilmek, tamamıyla bir «zevk» işidir. Yani sezgi yoluyla, bu gerçeği algılayıp, bunu yaşayabilme işidir…”

Sonuç olarak, insanın hakikatini tanımada aklın önemi büyük. Ancak, belki de akıl ile sınırlı birimler olmadığımızı da anlamanın zamanı gelmiştir.

6 yorum:

Unknown dedi ki...

Sezebilmek demek herhalde birazda algılamak demek her an akmakta olan sonsuz bilgi yayınından bir damlayı. Varlığın özündeki tek kare resimden bir esinti.

Uzun süreler düşünerek çözemediğin bir konuyu bir anda yakalarsın ucundan. Bir şimşek çakar, parçalar yerli yerine oturur birden. Sezmek herhalde özümüzdeki meleki boyutun dile gelmesidir bir an. Sezmek Dinlemek demek değil mi biraz.

Kuru düşünceye can katar sezmek. 1 asırlık yolu bir anda aldırır insana. An olur E=mc2 fısıldar insana, an olur çağlayan bir senfoni fısıldar kulakların ötesine.

Yerçekimini yazmıştınız bir yazınızda. Evreni büken bu madde görüntüsünün etkileşimi eğer gravitonlar sağlanıyorsa, ve tüm yapı benzer bir şekilde etkileşim halindeyse... Varmıdır o zaman acaba brimler arası bir farkındalık akışı. Gün gelirde bulunurmu acaba dört kuvvetin Bir'i. Farkları kaldırmaya giden yolun ilk basamağında, acaba farkına varmak mıdır sezgi.

Unknown dedi ki...

“DÖNÜŞÜM - DEĞİŞİMİN” SON HALKASI!

“Evrim” deyince kimilerinin sigortaları atar, kimilerinin ise yüzü güler.“En gelişmiş-modern!” dediğimiz ülkeler olsun, en “gelişmemiş-geri kalmış!” dediğimiz toplumlar olsun, bu konuda hep aynı yerde saymışlar ve kıyasıya çatışmış, tartışmışlardır.
Üniversite ve kilisenin çatışmasını konu alan bir Amerikan filmini hatırlıyorum “evrim” konusunda; Kendi İnciliNdeki ayetlere sözüm ona iman ettiğini sanan bir rahip ve üniversitede bilimin getirdiği en son yeniliklerle öğrencilerine evrimi anlatan profösör arasında sonu mahkemede biten bir filmdi.

Papaz, dünya ve güneş yaratılmadan önce ilk yaradılışı 9 eylül saat 13:30 gibi gerçekleştiğini iddia ediyordu, sözüm ona İnciliNdeki sözüm ona ayete dayandırarak....
Savunma avukatı gülümseyerek; “Eğer güneş ve dünya yaratılmamışsa, İncil nasıl olur da dünya ve güneş arası ilişkiden pay biçilerek, “Kabul edilmiş” tarihi ve saati verebilir” diye sorunca, papazın ve dinleyenlerin bir anda imanları çalındı ellerinden! Zaten sözüm ona bir imandı...

En güzeli; avukatın filmin son sahnesinde, üniversiteye ait bilim kitabı ile sözüm ona İncil’i yanyana koyarak çantasına yerleştirmesi oldu..

“Bilim-ikan, iman ile izdivaç ettirilmeli ve evimİZin temeli bunu üzerine atılmalı”, diye düşünmüştüm, Kur’an ve Hz. Muhammed (a.s)’ın çapımızca kadar da olsa hakkı ile değerlendirilebilmesi için....

Evrimin acaba sadece et-kemik-hücre yapıya, biyolojik yapıya ya da nebat veya madeni yapıya göre mi değelendirilmesi lazım? Yoksa, evrimi dönüşerek değişme-sübhan-ye dayalı bir şekilde “wave-frequency” yapıyı da içine alacak şekilde genişletmek mi lazım?...
Sanırım; “genişletmemiz” lazım ve “dedi”-“kodu” ikilisine dayalı şekilde zihinlerde yer etmiş olan evrimi yazımın geri kalan, hatta hayatımın geri kalan kısmında “dönüşerek-değişim” olarak adlandırmak istiyorum.

“Dönüşerek Değişim”, bilinen manada insanlıkdan milyonlarca yıl önce başlamış olduğu algılanmış olsa bile, “zamanüstü boyutlarda” başlamış olduğunu KABUL ETTİĞİMİZ bir mekanizmadır.

“Din” ismi ile isimlendirdiğimiz kaynaklarda “TAKDİRİN” önce “Tahakkuk”un ise sonra olduğu veya en son tahakkuk edenin aslında ilk “Takdir” edilen olduğu şeklinde yaklaşımları içeren veriler bize ulaştırılmıştır, düşünelim üzerinde diye....

Hatta bu konu, ayette apaçık bir şekilde “ahseni takvim-esfeli safilin” ikilisi ile dillendirilmiş, “data-wave ve molekül-hücre” yapısı dönüşümü ile anlatılmıştır anlayabildiğim kadarı ile..

Hz. Muhammed (a.s) bu konuda insanlığın “Dönüşüm Değişim”inin son halkasının insan olmadığına işaret etmiştir, hem Fetih Suresinin başındaki ayetle hem de “Ölmeden Önce Ölünüz” derken bizlere...

Anladığım kadarı ile iki türlü “Dönüşüm Değişim” var:

Birincisi; herkesin bildiği ve tarih-kronoloji sırası ile takip edebildikleri yere kadar takip ettikleri ve kendilerince “molekül-hücre” insanda son bulan, ancak bana kalırsa “Ölümü Tadacaksınız” gerçeği ile bize bildirilmiş ve ölüm sonrası “dalga-beden” ve “nur” diye isimlendirilmiş “kuantsal” bedene değin devam eden ve “cennete rahmet ırmağında*(1) yıkanılıp girilecek” diye mecazla anlatılmış olan görünen-bilinen-vâad edilen “Dönüşüm Değişim”.

Bir de görünmeyen-bilinmeyen ve yukarıda yaptığım sıralamayı henüz molekül-hücre yapısallığı içinde iken beyninde tamamlamış olan gizli “Dönüşüm Değişim”.
“Ölmeden Önce Ölünüz”ün işaret ettiği, “Feth-i Nuran”i diye kodlanmış anlatım.
Yine buradan yola çıkarak, hisettiğim o ki; “Dönüşüm Değişim”in son halkası “molekül-hücre” insan değil , “kuantsal bilincin” kendine açıldığı “kuant insan”dır.

Belki de, Efendimiz Muhammed Mustafa (a.s), Regayip Gecesi ile başlayan bu oluşumu kendi ile beraber İnsanlık Projeksiyonunda yer buldurmuş ve “ÜMMETİM” dediği “bilinç-insanlara” bu hediyeyi bahşetmiştir.

Ve O’ndan sonra “VELİ”lerde (bilinç insan), kuantsal şuur varlıkların kuvveleri, emirleri, oluşları açığa çıkmış ve eskiden MELEKLERİN yaptıkları işlevler, bu birimlerden açığa çıkmaya başlamıştır.

“Dönüşüm Değişim” asla engellenemez!.

Ya algılanıp değerlendirilir, ya da bunun getirisi ıskalanır birimlerce!.
Enseyi karartmamak gerek. “Moleküler-hücre” bilincinde kitlenmiş insandan “kuant” insana gidiş, pek meşakkatli ve imkânsıza yakın olsa da, denememek için tek bir nedenimiz yok!. “Dedi”-“kodu”suz düşünebilenlerimiz için.

*(1) “Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bu ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki: ‘Şu Rahmet Nehri, şu da Allah (c.c.)’ın sana verdiği Kevser Havuzu’dur.’ Rahmet Nehri’nde yıkandım. Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak cennete girdim.

Adsız dedi ki...

Misaller ve örneklendirmeler ile bizlerle olan "Mutlak beyne" hitap,Ve muhatap olmak Çokmu zor sizce...?


TOPRAK:

Günlük yaşantımızın vazgeçilmezi.

Ayaklarımızın altında hissedemediğimiz,...!

İş kelime bilgisine gelince “ben” topraktan yaratıldım..Deyip Her an üzerine bastığımız variyet..
Bizler farkında olsak da olmasak da,Her an eziyor çiğniyoruz…

Dikkatimi çekiyor,Her an üzerine bastığımız “Toprak” bir gün olsun bizlere: Neden?= kalbime ciğerime böbreğime basıyorsun diye bizlere şikayetçi olmuyor…
Bizlere uyum içerisinde sadakatle ve “ANA” gibi bakıyor adeta…

Bir insan yanlışlıkla dahi olsa ayağımıza bassa,kıyametleri koparıyoruz..

Yine kelime dehlizlerine gelince sıra,Bizden uyumlusu,bizden anlayışlısı yok.
(kelimelerde cümlelerde)..

Fiile gelince sıra dökülüyor avucumuzda ki tüm “su”larımız….

Toprak diyoruz…

Çalıştırıyor çapalıyoruz,Her an üzerinde adeta cirit atıyoruz…

Tükürüyoruz..

Ve olanca eziyetimize karşın,”Kalben” razı olarak bize tahammül ediyor..

“Ölüm’ü” tattığımızda ise bizleri kabul etmesini bekliyoruz!

Bize uyumlu bir şekilde ,Biz günah müptelalılarını bağrına basıyor da biz hala farkına varamıyoruz,toprak kadar olamadığımızın…

Eziyetlerimiz ve onca hatalarımıza rağmen…

Güneşten,havadan,sudan aldığı enerji ile bizlerin hayatiyetine karşılıksız sunuyor,Bütün özelliklerini…Ve bütün enerjisini…

Acaba beklentisi var mı toprağın bizden?

Üç kuruşluk aklım ile bakıyorum da…Toprak yaratılış gayesinin bilinç’inde ,Ya bizler?
Toprakta kendi yaratılış sistemini yaşamakta her an.

Biz masum canlılar ise ne için yaratıldığımızı dahi idrak edemiyoruz.

Variyetimizin aslı ve orjinini dahi fark edemiyoruz..

“Müslüman’ım” Cümlesini binlerce defa tekrar edersek,Sadece bu kelimeye dilimiz alışır,Ve birazda zihnimizde belirli ölçüde açılım açığa çıkar..
Ancak manasını idrak edebiliriz (?)

Meçhul..ALLAH’ eksikliklerimizi ve kelimelerin manalarını algılamayı nasip eylesin…

İşin özü: Toprak kadar uyumlu olmak ve en azından ne için var edildiğimizi fark edip,Yerine getirebilmek ”YAŞAYABİLMEK”…

Ancak unutmayalım ki: uyum olmadan kul’ olmayı ve kulluğu yaşamayı idrak edemez ve “yaşama” fiile geçiremeyiz..

Buna bir örnek ile açıklama getirmeyi düşünüyorum…

Bir günde “5” Vakit namaz’ var..

Bunu bilmeyen yok…

Binlercesine sorsak yine her kez bilir.

Ve hatta başka dine mensup olanlara da sorsak gayet net bir şekilde günde “5” vakit namaz’ olduğunu,İslam’a göre böyle bilindiğini açıklar bize rahatlıkla..

Peki kaç kişi “YAŞIYOR” kılıyor ? Merak ediyorum?

Bir kitap ta “oku” muştum..ALLAH’ hıfz etmeyi nasip eylesin “inşaALLAH”…

“İMAN BİLGİSİ İMAN DEĞİLDİR”…Der…

Ve ne güzel işler şu çalışmayan beynim… Bu cümleyi “okuyunca” ,Bilmek bir şeyi değiştirmediğini gayet net algılıyorum..

Toprak uyumlu olmayı yaşıyor.bizler ne denli idrak edebiliyor,ne denli yaşayabiliyoruz? Soruyorum “Kendim” dediğim variyete..

Bu sorunun cevabını dışarıya “bireylere” vermek çok kolay..İki kelime birkaç cümle kurabilmek yeterli “haklı” kavramı içerisinde haklı çıkarırda bizi kelimeler ve düşünceler..

Ancak fiil?

Ya kendine verebilirmisiniz cevab-ı nı?

Uyumlu olmak için herhangi bir bahaneye gerek yok…

Kuraldışı yayınlarından “Nil gün” ablamızın açıkladığı ve yaşadığı gibi.

”Karşıya kendini anlatmak yerine ilk önce karşıdaki anla!” diyor…

Tabi ki bildiğiniz gibi buda uyumla açığa çıkar..

“Oku” mak ile “yaşamak” Eş değer…okumadan yaşanılmıyor,Eğer ki yaşamak gibi bir sorumluluğun var ise,Öğrenmek istiyor Veya yaşamak istiyor isen “OKU”-yacaksın…

Beden dili…Hal dili…Kur-an’ın dili…

Dahi yaratılmış olan bütün dilleri en iyi şekilde anlayabilmek değerlendirebilmek zorundayız,İnsan-ı kamil olmak için…Kemal’e ermek için…


Bu ve bir çok konuda başarılı olmak,Kapalı kapıları aralamak için,okumak veya yaşamak için,her şeyden önce uyumlu olmak gerektiğinin bilincinde olmalıyız..

Ve nasıl olurda en az insan “TOPRAK” olabiliriz bunun muhasebesi ile etüt etmeliyiz…

Her “AN”-ı mızı!..

Bu yolda başarılı olmakta ŞART değil…

Bu yolda bulunmak veya bu yola adım atabilmek bu kapıları açmamıza ve idrak etmemize yeterli olacaktır…

İdrak etmek nasip olsun inşaALLAH!

Sevgiyle..

uyumlu_olmak

arastirici dedi ki...

Ben dun Kalp ile Beyin arasindaki baglanti ile ilgili olan yazinizla ilgili olarak bir yorum yapmak istiyorum. Meditasyon yaparken, dua ederken veya namazlarimi ikame eder iken kendimde hissettigim sey her zaman kalbimin ustunde ve cevresinde bir agirligin olustugu ve bazen bu oyle yogun bir hal alirki nefes almak icin effort vermem gerekir. Bu agirlik aci veren veya rahatsizlik veren bir durum degildir ancak. Sanki dalgalanmalar olur. Bende Ustad Ahmed Hulusi nin kitaplarinda bahsettigi uzere, ve kendimin anladigim kadariyla bunlari dismiss edip beyinde hissetmeye calisirim vucudundaki reaksiyonlari dua aninda vs. Ancak eskilerinde soyledigi gibi KALP GOZUYLE gorur, sezer denen olayin gercekten kalp ile beyin arasindaki eneji baglantisindan geldigi ve gercekte kalbin olaylari daha onceden sezgiledigi ve beyine aktardigini ogrenmis oluyoruz bu cevirinizden. Birde eger farkindaligimizi basimizin biraz arka ust kismina verdigimiz zaman alnimizda hafif bir agirlik olur, dua veay namaz ikame ederken kalp bolgesinde olusan agirliktan biraz daha hafif sekilde olusur bu agirlik. Herhalde beynin frontal lobe unun uyarilmasina ve vizyonun acilmasina yardimci oluyor. Fillerin stress anlarinda alinlarindan bizim duyma alanimizin altinda kalan bir sinyal gonderdikleri ve o frekansli ses ile vardim cagirdiklari ve kilometrelerce otedeki fillerin gelerek yardim ettikleri bilinen bir gercek. Insanlarinda frontal lobe lari beyinlerindeki diger hayvanlardan cok daha buyuk, bizde demekki alnimizdan sinyaller gonderme kabiliyetine sahibiz, belki telepatik sinyaller bu bolgeden gonderiliyor???

arastirici dedi ki...

SEZGİ (INTUITION) I. BÖLÜM

Basligi altindaki yazinizi ilgiyle okudum. Ikinci bolumunu ne zaman yazacak veya cevirisini yapacaksiniz, merakla bekliyoruz.

Ayrica sezgi (intuition) kabiliyetimizi arttiramaya yardimci olacak bazi metodlardanda bahsedecekmisiniz bu yazinizda?

Simdiden tesekkurler,

Adsız dedi ki...

Sevgiyle slm slm.

Daha evvelki yorumum yorumdan öte sevginin ve tüm yorumların uğraması gereken ilk merdivenin uyum olduğunu ve bunu nasıl başarabileceğimizi size yorumdan öte bir dil ile anlatmaya çalıştık...

ZAN'edilen o ki; sanırım net anlaşılmamış,Biz mutlak tekliğin sistem ve düzeninindeki dalga boyları ve bu dalga boylarını nasıl hükmümüz altına alırız meşgalesi görünen o ki...

Ancak bu silsileyi takip edebilmek için ilk önce sisteme uyum lazım.Daha evvelki yazımdaki kasıt ve itinalı noktaları gerektiği gibi anlatamadım pek açık..Bunun için özürdilerim."22" yaşındaki bir çocuğa göre hatamı maruz görünüz.Yaşıma verin lütfen...

Şimdi uyum konusunu bir kez daha farklı bir lisan ile irdeleyelim hep beraber..Buyrunuz...






KOYUN..

Lüks bir cafeterya’nın lüks bir köşesi,Ve lüks olduğuna inanan lüks hayalleri ve lüks saflıkları olan iki genç kız tutuşmuşlar koyu bir sohbete anlatıyor biri diğerine…

*Duydun mu MALATYA’nın Falancanın dağında “eşeği” şimşek çarpmış?

*Ya…Duymadım.Nasıl olmuş peki?

*Dün Hulusi aradı, Durduk yere dağın yamaçlarında gezen eşeklerini şimşek “çarpmış”! Arkadaş bir hayli hayıflanıyordu,Ben ömrümce böyle bir şey görmedim deyip kahır etti durdu… Ve çok üzülmüşler ailece.


*Hay ALLAH neden çarpılmış acaba?..

**Kulaklarım bu cümlelerin şahidi oldu.

Biraz çocukluk hissi ile araştırmak ve öğrenmek arzum açığa çıktı,Farkında bile değilken…

Merakta ediyordum.Neden eşeği şimşek çarpar ki durduk yere..?

Oysa ki Koyunlardan çok dağlarda gezen yok!Neden koyunlar çarpılmıyor da eşek çarpılıyor?

Birkaç ansiklopedi,Bir kaç kitapta araştırsam da istediğim sonuca ulaşamadım,mantığıma uygun bir yanıt alamadım.

Birazda hayvanlar aleminde gezindim..Ama nafile…Kitap,Dergi,Ve gazeteleri tekrar gezindim,Ancak yine bulmak istediğim cevabı bulamadım..

Bu beni daha çok ilerlemem gerektiği yönde uyarıyordu..

Azmim azimlice aramam gerektiği yönünde tetikliyordu adeta.

Ne kadar beynimin çalıştığına bir kez daha şahit oldum.Ve kendimi “beceriksiz” olarak ilan etmiştim bile.

Babamdan birkaç bilim adamının uçak kazasında öldüğünü duyunca,aklım başımda mı diye düşündüm ilk önce…

Daha sonra hemen net-e girip birkaç bilim teknoloji mühendisi ile iletişim kurdum.Maillerle bir müddet iletişim kurduktan sonra durumu arz ettim..

Falanca tarihte böyle bir olay olmuş sebebi nedir sizce?

İnanılır gibi değil,Sanki ben cevabı biliyorum ya? Adamların verdiği cevaplar beni tatmin etmiyor,Mutlu etmiyordu….

Attım kendimi yatağıma.Bitmiştim artık,en ufak bir konu bile araştıramıyorum,Beynimi kullanamıyordum.

Yatağa uzanmış tavanın şeritlerini gezdim bir müddet.Doğrulmak istemiyordum.Hatta gözlerimi dahi açmak istemiyordum!

Birisi beynime dokundu.Belki bir tokat yedim,ne olduğunu anlayamadım açıkçası…

Ancak beynimde şimdi şimşek çaktı.UYANDIM adeta,Ve gülmeye başladım kendime ve halime,uzandığım yerden hızla kalkarak PC’ye yöneldim.

Ve üç kuruşluk beynimin ürettiği enerji ile parmaklarımın fıtratını seyretmesine müsaade ederek,Şu düşüncelerim açığa çıktı.

“Tabi ya.” Koyunlar çarpılmazlar…Pozitiftir çünkü koyunlar.Ve enerji yüklüdür koyunlar sanki.

Nereye sürsen oraya gider,Ne versen önüne onu yer.uyum dili ile yaşamını sürer koyunlar.

Ancak eşeğin inatçı olduğunu unutmuşum.Bir sefer bildiği doğruyu yanlış olsa bile düzeltemesin beyninde.Çünkü inatla inanır…

Aksini ise asla yaptıramasın.İnatçı olduğu içinde çarpılması çok normal…

Tabi ki bu düşündüklerimi daha net anlayabilmem ve paylaşabilmem için,Toplumsal bir örnek olmalıydı,beni tatmin edecek.

Toplumumuz da pek inatçı aydın kimselere rast gelinmez.Bunun içindir ki kimse çarpılmak istemez,İnatçılığın sonu çarpılmak.

Bunu bilmeyen tastik etmeyen kalmadı sanırım Türkiye içinde…

Kimisi feleğin sillesini,kimi sukutu hayale uğrayarak ,kimisi sistemin enerjisi ile çarpılması hem muhal…

Çarpılmamak için ise mümkün olduğunca uyumlu ve sisteme aykırı olmamak gerektiğini hepiniz biliyorsunuz.

Sistem ile bir bütün olduğumuzun farkında olduğumuz sürece çarpılmamızda çok zor olucaktır..

Tabi ki size KOYUN olun demiyoruz…”GİBİ” olmanızı tavsiye ediyoruz.uyum ve esneklik yasası,Ne kadar pozitif isen o kadar çarpılma riskin az.

Ve ne kadar “inatçı” negatif isen o kadar çarpılma riskin çoğalır.

Sistem işliyor,çark hızla dönmeye devam ediyor,bir an evvel çarpılma riskinden kurtulup,saadet yolunda ilerlemeliyiz…Örneklerle..Misallerle..

Çünkü hayallerimiz olmasa bütün konuları bu kadar net anlayamayız.

“GİBİ” olmanın kuralı= “Sövene dilsiz gerek,Vurana Elsiz gerek……..” Sözü gibi olmak..Ve bu cümleye vakıf olmak.

İlk şartımız bu halde nedir? POZİTİF olmak..

Sevgiyle-Kalın…

Buna çok nirengi bir ayet ile açıklık getirmeye çalışalım...

"Tesbih" namaz'ını (salat-ı) hepiniz bilmektesiniz!


Ben soruyorum ne deniyor tesbih namaz'ında?

"SUBHANALLAHİ VELHAMDULİLLAHİ VELA İLAHE İLLALLAHU VALLAHU EKBER"!!!

lÜTFEN DİKKATLİCE BAKALIM?

Birinci nokta = "SUBHAN" Kelime manasına bakalım?= Kudretli hikmey güç sahibi anlamlarına geliyor. Ancak bilinenin dışında çok derin manası var o da şu:

Hikmetini gören bilen "ben" hikmetine ACİZ-im.(FARKINDALIK hali ve GÖRME HALİ...

İkinci bir nokta varki son NOKTA diye bilinen atom,veya kuark ve kuantların sistemdeki yaşamından bir parça. Nedir bu ; "HAMD" = Kelime manası bilinmek için öğrenilmek istenen cümle= Rasulullah'ın şehadetinin ismidir...!Bunların dışında HAMD' aslı ve orjininde,ALLAH'IN GAZABINI,RAHMETİNİN KUŞATMASI anlamındadır...

Biraz türkçeleştirelim buyrunuz ki:

Ör; Bir çekiç ile çiviye vuruyoruz,Ve çivideki ve çekiçteki temaz noktalarındaki atomların yanışları,kayboluşu ve acı çekişi diyelim biz buna...Bunların hepsini kendinde yaşarsın.Yani o çiviye değilde kendine vuruluyormuş gibi yaşama halinin adı HAMD' olur ki: Bu en son noktadır...

Buna desek ki: Veli'lerin en son noktası,Doğru olur kanaatindeyim...

tabi bu konu aşırı yoğun olduğu için kıssadan hisse anlatıp geçiyorum,ayrıca şuan için çalışmam gereken bir sınavım var ders çalışacağım için sizlere kısa kısa not geçiyorum,lütfen maruz görünüz..!

...-LA* İLAHE-İLLA-(ALLA"H)-U"!

İlk önce yine şu şekilde sıralayalım; LA=diyoruz= hayır yok!manasında,Ama olmayan ne,var olanla kıyaslanayamayan anlamında bir "yok-luk" bu!

İLAHE= "toparla" ilah-YOK!
İLLA= Sadece "YANLIZ"..!
ALLAH'= ALLAH' vardır..

Ancak yine bir dip not düşelim ki:
İlk önce "LA" diye bilmek için ilahın olmadığını kabullenmek için,YOK diyebilmek için,İlahlarımızın farkında olmalıyız,Fark etmediğimiz bilmediğimiz bir şeye yok dememiz normal olmaz sanırım?

Nedir bizim "İLAH"larımız? Eskiden put-lar vardı,Şimdiki ismi ise PARA,SİGARA,YATAKDAŞ,YOLDAŞ,Kopamadıklarımız,Kopmamız emredildiği halde kopamamamız...

Yani ,ilk önce iahlarımızı idrak edeceğiz sonra "LA" diyeceğiz.şu çarpı bırakacağız ama çarpı işareti bırakabilmek için ilk önce yanlış olanı görmeli bilmeli,idrak etmeliyiz...

Bu halide "YAŞADIK"tan- sonra,İLLA-ALLAH' Deriz..Ki buda merdivenin son basamağının bir öncesi-dir.SADECE ALLAH' var-DIR!

Bunların hepsi ise "HAMD"-ın bir katmanı-bir basamağıdır.

Bu ve tüm ilmi idrak edebilmek için ise,uyumlu_olmak lazım.

Bunun için sizlerin yazılarına hayranım,Sizleri çok seviyoruz.Daha detaylı bilgi ve düşüncelerinizi bekliyoruz.Biz "ÇOCUKLAR" sizlerden örnek ve ilim elde edebiliriz ancak..

Lütfen maruz görünüz,Hatalarımı çocukluğuma bağışlayın.Sevgiyle kalın...

Sevgiyle slm slm!

uyumlu_olmak