Perşembe, Temmuz 10, 2008

SEZGİ (INTUITION) 3. BÖLÜM

“Sezgi” adı altında anlatılmak istenenin neye işaret ettiğini, nasıl bir mekanizma olduğunu, moleküler boyutta anlamlandırmaya gayret edelim ve gelin, fetusun oluşumundaki ilk safhalara doğru bir seyre çıkalım…

Weill Cornell Medical College’da bir grup bilim insanı, nöronların sinir uyarılarını taşıyan nöron uzantısı olarak bilinen aksonların, hücre çekirdeğindeki yazılımı nasıl etkilediğini belirlemişler. Dr Jaffrey, bu durumu detaylı olarak şu şekilde anlamakta:

“Gelişen fetus doğumdan sonraki evreye göre çok daha fazla nöron taşımakta, ve bu yeni oluşmakta olan nöronlar, uzun dallar şeklinde aksonları belirli bir hedefe mesela ayağa ya da göze yollarlar. Aksonlar-nöron uçları hedefe ulaştığında, (belki bu uzaklık hücre çekirdeğinden santimetrelerce uzağa) hedef dokudan sinir büyüme faktörü (Nerve Growth Factor) diye bir sinyal alırlar. Pek çok akson ulaşılması gereken hedefe ulaşamaz ve bu yüzden de nöronlar önceden belirlenmiş bir program dahilinde ölürler. Hedefe uygun olarak ulaşan aksonlar ise sinir büyüme sinyalini alır -“hayır sen başardın, yaşayacaksın” sinyalidir- ve yaşaması için nörona iletilir. Burada önemli olan diğer bir nokta da, aksonların ucunda büyüme konisinin tespit ettiği bu kritik bilginin tekrardan hücrenin kumanda merkezi olan çekirdeğine geri nasıl iletildiğidir.”
(Daha detaylı bilgi için; SEYR NO:11, http://ayliner.blogspot.com/ )

Nöron hücresinin “beden” adlı sistemde yaşamını ve bu yaşamda nasıl bir işlevi olacağını belirleyici unsurun, bir nöron için uzak(!) olarak kabul edilen bir noktadan OKU’nan bilginin bir okuyan tarafından (nöronlardaki aksonlarda bulunan bir “protein”adı ile) okunmasının bir örneğini OKUduk. Nöronun içinde bulunduğu sistemi deşifresini, bu “OKU’yuş”unu “sezgi” adı altında ve nöronun uzantısı olan aksonların içerisindeki proteini de bu sistemi “okuyan”,“sezen” adı altında anlamlandırabiliriz düşüncesindeyim.

Bir diğer örnek ise, bu noktadan daha da derine yöneltmekte bizi. “Telepatik genler” adı altında açıklanan bu araştırmadaki bilgiye bir göz atalım şimdi de…

“Yeni bir araştırmaya göre; genler, herhangi bir protein ya da işlem destekleyen biyolojik moleküller olmadan belirli bir mesafeden birbirlerindeki benzerlikleri fark edebilme becerisine sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Bu çalışma ile yüzlerce kimyasal baz çiflerine sahip olan daha uzun DNA dizilimlerinin, birbirini taşıdıkları tamamlayıcı elektrik şarj kalıpları ile tanımladıklarını herhangi bir protein katkısı olmadan birbirlerini tamamen tanıdıkları gözlemlenmiştir. Bu araştırmayı yapanlardan Imperial College London’da çalışan Prof. Alexei Kornyshev, ekibinin ulaştığı bu sonuç hakkındaki duygularını şu şekilde ifade etmekte: “Herhangi bir dış yardım olmaksızın kalabalıkta birbirlerini arayan benzer DNA moleküllerini görmek oldukça heyecan verici!. Bu, benzer genler için karmaşık birleştirim işlemine herhangi bir protein ya da diğer biyolojik etkenler olmaksızın başlamasını sağlayabilecek itici bir güç olabilir!.”
(Daha detaylı bilgi için; SEYR NO: 48, http://ayliner.blogspot.com/ )

Buradaki araştırma ile de, “sezgi” adlı mekanizmaya bakış açımız daha farklı bir boyut almakta… “Gen” adı altındaki yapının “protein” ya da herhangi bir biyolojik moleküler yardım olmaksızın, taşıdıkları elektrik şarj kalıpları yoluyla, “yaydıkları elektrik” ile birbirlerini OKU’yarak, tanımlayıp, BİR araya gelerek sistemdeki işlevlerini ortaya koymaktalar.

Sonuç olarak, bu iki bilimsel örnek belki bizlere biraz olsun “sezgi” konusunda farklı bir bakış açısı sağlamıştır… Aslında bilimsel örneklerden de ortaya çıkan nokta; “quantum interconnectedness” adı ile bilim insanlarınn da anlatmak istediği, ayrı ayrı bir gözleyen ve bir gözlenenin olmadığı, kendinden kendine sistemi OKU’yuşun olduğu noktasıdır, ki bu da;TEK’in seyri!...


Hiç yorum yok: