Perşembe, Kasım 22, 2007


ŞİFRE (PASSWORD)

Yaşadığımız çağ “şifre” çağı!!!... Hayatımızın her noktasında “şifre” kullandığımız çağ… Banka hesaplarımız, değerli mallarımızı sakladığımız kasalardan tutun cep telefonumuza ve bilgisayarlarımıza ve içerisindeki programlara giriş, vs… hepsi de “şifre”li. Kısacası “şifre” dolu bir yaşam….

Nedir bu şifrelemenin altında yatan amaç? Amaç; bizzat yarattığımız harf ve rakamlardan oluşan kodlar, şifreler ile özelimizi değerli(!)lerimizi; malımızdan tutun düşüncelerimizi, duygularımızı kısaca bize ait olanı “kendimizdekini korumak”. Öyle ki, kimse giremesin, kimse ulaşamasın onlara!!! Yani, “bizim olan bizde kalsın!!!”.

Bir de şifrelemede dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır; o da oluşturacağınız şifrenin kısa ve akılda kalıcı olması, mümkünse ezberlenecek kadar da sade ve net olması ki, bu ezberlenen şifre hiçbir zaman unutulmasın değerli(!)ye ulaşmada...

Peki… Acaba farkında mıyız bu şifreleri oluştururken, şifre (kilit) altına aldıklarımızın hayatımıza ne gibi çözülmesi gerekli şifreler (kitlenmeler) de getirdiğinin? Farkında mıyız şifre içinde şifre oluşturduğumuzun?! Farkında mıyız şifrenin gerekliliğini düşünürken, kendimizden kendimize koyduğumuz şifrelerin bilinç dünyamızı da şifreleyip, “girilmez” ve “kullanılmaz” yaptığımızın?

Şimdi gelin bir düşünelim…

Malımız, sevdiklerimiz ya da düşüncelerimiz hepsi ama hepsi bizde “var” kabul ettiğimiz potansiyellerimiz, birikimlerimiz değil midir?! Yani kısaca bilgidir, bilgi birikimidir. Bu noktadan baktığımızda farkedeceğiz ki, bizdeki “bilgi”leri şifrelemekteyiz aslında. Bu şifreler, numaralardan ya da rakamlardan oluşan kodlar olsa da, eğer dikkatle düşünürsek farkına varacağız ki, bizim değerli olarak sahiplenip, şifrelediğimiz her bilgi veri tabanımıza işlenmiş şartlanma ve değer yargıları ya da genetik kodlama ile varolan potansiyelimizden başka bir şey değildir. Yani bizler değer yargı ve şartlanmalarımızdan doğan duygu ve düşüncelerimizi “değerli” olarak benimsemiş ve onları koruma adı altında “şifre”lemişiz.

Bu arada şifreyi nasıl oluşturduğumuzu hatırlayalım… Ne demiştik? Değerlimizi korumada kısa hatırda kalıcı ve hatta rahatlıkla ezberlenecek şifreler oluşturmalıydık. Peki, kaçımız acaba bizimle ilgili bir olayın; bizim için önemli ve değerli olduğunu düşündüğümüz bir kişi-olayın rakamsal ve harfsel kodlamasını şifre olarak kullanıyoruz?... Aslında değerlimizi yine başka bir değerliyi kullanarak saklıyoruz, sakınıyoruz. Kendimizdekini koruma adına oluşturduğumuz şifreler yine kendimizdekilerden başka bir şey değil!!...

Bir başka nokta da kendimizdekini korumak adına oluşturduğumuz şifrenin geçerli ve etkili olması için hiç kimse ile paylaşmamamız gerekliliğidir. Yani oluşturduğumuz şifreyi biz hariç kimse bilmemeli; sahiplendiğimiz, bizim kabul ettiğimiz her bilgi birikimi, bizim korumamız altında olmalı ve kimsenin ulaşamayacağı bir şifre ile korunarak, kimseye giriş izni yani şifremiz verilmemelidir.

“Şifre”yi bu kadar benimseyen bilinçlerimiz “değerli” etiketi yapıştırıp, “var” kabul ettiklerimizi koruma çabasındayken, bu çerçevede şifrelediklerimizin de aslında şartlanma ve değer yargılarımızın sınırladığı sahiplenilmiş ve sıkı sıkıya şifre ile korunmuş atıl ve bundan dolayı da sınırsızca kullanılmayan ve yenilenmeyen bilgi birikimleri olduğununun farkında bile değiliz. Yani bizler, sahiplendiklerimizi şifreleyerek, bizdekini paylaşmayarak aslında kendi kendimize şifreler koyuyor ve sınırsızlığı yaşamayı bekleyen bilinçlerimize kilitleri bizzat kendi ellerimizle vuruyoruz. Bir başka deyişle, hakikate açılan kapıya şifre koyuyoruz ve daha sonra ya şifre koyduğumuzu unutup, onu çözmeye çalışıyoruz ya da şifreyi hatırlamaya çalışıp duruyoruz.

1997 yılında “Küp (Cube)” adlı filmde, birbirlerini tanımayan, yedi kişi bilmedikleri bir biçimde kendilerini bir “küp” sisteminin içinde bulurlar. Onlar ne zaman ve nasıl oraya getirildiklerini bilmemektedirler. Kenarlarında yan bölümlere geçmek için birer kapı bulunan küp şeklindeki odalar içinde çıkış yolunu ararlar. Hepsi birbirinin aynı pek çok oda vardır ve kurtuluş için, doğru odalardan geçerek çıkışı bulmak zorundadırlar. Ancak, bazı odalarda ölüm kapanları onları beklemektedir. Bu yedi kişi için çıkış yolu ancak ve ancak hangi odaların doğru oda olduğunu bulmaktan geçmektedir. Bu da önce küpün mantığını keşfetmekten, yani doğru odalar için belirlenmiş şifreyi ve sonra da bu şifreyi yani kodu çözmekten geçmektedir.

Bu yedi kişiden her biri farklı özelliklere sahiptir. Diğerlerinden sakladıkları yani şifreledikleri kendileri ile ilgili olan özellikleri, bilgileri önceleri paylaşmasalar da daha sonra kurtuluşun yani küpün dışına çıkışın kendilerindeki bilgi ve gücü paylaşarak ve kullanarak gerçekleşebileceğini kısa zamanda idrâk ederler, etmek zorunda kalırlar. Bu 7 kişiden biri olan üniversite öğrencisi ve matematik konusunda başarılı, sayısal zekâya sahip olan genç kız, kendindeki bu bilgi birikimi ile küp şeklindeki bir odanın diğer bir küp şeklindeki odalara geçişindeki aralıkta bazı sayılar tespit eder ve bu sayıların bir şifre olduğunu keşfeder. Bu sayıların yani şifrenin çözümlenmesi için kullandığı matematik bilgisi ışığında öncellikle içinde bulundukları küpün 17576 tane odaya sahip olduğunu bulur ve sıra kodu çözmeye geldiğinde de yine matematik bilgileri ile şifreyi çözer ve doğru odalardan küpün dışına doğru seyahat başlar. Bu işlem, küpün sistemini çözmede yapılan analizler neticesinde her bilginin bir “hikmete” dayalı olduğunu düşünerek, yani “niye”, “neden”, “nasıl”ları inceleyerek gerçekleşmiştir. “Niye buradayız?”, “Nasıl geldik buraya?”… gibi pek çok soru ile işin hikmeti ( http://www.ahmedhulusi.org/yazi/noktandakikudret.htm ), oluş sistemi çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu da küp içerisinde sınırlandırılmış, hapsolmuş 7 kişinin yedisinin de kendindekilerini yani bilgilerini-ilimlerini sırası geldikçe ortaya koyarak, bu kurtuluşun oluşumu için irade ve kuvvetlerini kullanarak oluşacaktır.

Filmde gerçekleşen olayların altında yatan anlamlara bir göz atarsak:

Filmdeki birinci önemli nokta ve atılan adım, 7 kişinin içinde hapsoldukları “küpün sistemini anlamanın gerekliliği”ni idrâk etmeleriydi.Bu gerekliliği idrâk etmek onlar için küpün sisteminin çözülmesindeki en önemli adım olmuştur. Tıpkı filmdeki gibi hakikatimizin ne olduğunu anlamak ve idrâk etmek istiyorsak, bizler de ilk olarak içinde yaşadığımız sistemi anlamanın gerekliliğini kabul etmeliyiz.

İkincisi, filmde küpün sisteminin çözümlenmesi yani deşifre edilmesinin ne kadar önemli olduğu 7 kişinin arasındaki kayıplar verilmeye başlandığında belli olmuştur. Onlar için “kurtuluş”a doğru atılan çok büyük bir adım, küpün sisteminin çözülmesidir. Bu da aralarındaki matematik öğrencisinin matematik bilgilerini kullanarak odalara geçişlerdeki şifreleri çözme ve böylelikle sistemi anlamada önemli bir rolü olmuştur. Bizlerin de yaşadığımız sistemin anlamının çözümlenmesi gerekliliğini düşünmemiz yeterli değildir onun bir adım ötesi, onu çözmek için atılacak aktif adımlar ve çabalardır.Filmde olduğu gibi bu çabalar dışardan bir güç tarafından yardım alınarak değil, şifrelediğimiz kendimizdeki potansiyelin ortaya çıkması ile olacaktır.

Dolayısıyla üçüncü olarak, filmde kahramanlar kendilerinde mevcut olan potansiyelin kullanılmasının kendilerine koydukları şifrenin ortadan kalkması ile olacağını anlarlar. Yani öncellikle kendilerindeki mevcut olan bilginin, potansiyelin ortaya konarak, diğerleri ile paylaşılmasının gerekliliğini anlarlar ve böylelikle de her biri kendindeki özellikleri şartlanma ve değer yargılardan uzak olarak olabildiğince ortaya çıkardıklarında, “kurtuluş”a doğru ilerlemeye başladıklarını görürler. Ancak bilgi paylaşımında şartlanma ve değer yargılarından doğan duyguları ön plana çıkaran her kişi küpün içinde hapsolmakta, ve bunun uzantısında da bir şeklide hayata veda etmektedir. Bizler de özümüzde mevcut olan ilmi- bilgiyi şartlanmalarımızdan ve değer yargılarımızdan arındırarak, akıl süzgecimizden geçirip, yeni bir bakış açısı ile ortaya koyup, bir yandan da samimi, olabildiğince şartlanmasız ve değer yargısız bir paylaşıma geçtiğimizde göreceğiz ki, kurtuluşa yani hakikate doğru ilerlemekteyiz.

Bu da bizi dördüncü noktaya götürür; filmde kendilerindeki bilgileri ortaya koyarak ilerleyen kahramanlar, bir süre sonra farkederler ki her bilginin ortaya konması ve bu ortaya koyuşla birlikteki oluşumlar, irade edilenler bu irade ile kuvveye çıkar ve odadan odalara geçişlerle çıkışa doğru yol alınır. Yani, her bilginin kullanılışı, yeni oluşumlara kapı açmakta ve bu oluşumlar da kendilerindeki kuvve ile açığa çıkmaktadır.(http://www.ahmedhulusi.org/yazi/ilimiradekudret.htm ) Ve bu öyle bir devinimdir ki, bilgiler doğrultusunda atılan her adım bir sonraki adımı hazırlar. Bu adım ya kurtuluşa doğru ya da küpte esir kalmaya doğru atılan bir adımdır. Yani “hasib” ismi gereği olarak bir önceki atılan adım bir sonrakini doğurmaktadır küpün içerisinde olanlara “göre” ve kendilerindeki “fettâh” isminin manası onlardan ortaya çıkar. Aşama aşama odalardan geçerek, kapalı oldukları odalardan ve küpten kurtuluşa doğru yol alırlar. Bizler de eğer özümüzde olanın farkında olmaz, bilincimizden o bilgiyi ortaya çıkarmadığımız ve bunun neticesinde yaşayamadığımız takdir de, bilincimizi belki bir küp belki bir labirent içinde şifrelemiş ve hapsetmiş olarak sınırlamaktan öteye gitmeyiz.

Sonuç olarak, “Küp” adlı filmden de yola çıkarsak, nasıl bir sistem içinde yaşadığımızı öğrenmemiz, nasıl bir küpün içinde olduklarını keşfeden filmdeki 7 kahraman gibi “ilim” ve “hikmet”in devreye girmesi neticesindeki akıl yollu keşifle olmakta. Bununla birlikte de kendimize koyduğumuz şifreleri yine kendimiz özümüzdekini açığa çıkarıp, tek tek çözerek, kapanıkları, kapalı kapıları açıp, küp ötesi yaşama yani sonsuz-sınırsız yaşama dair, hakikatimize doğru adım adım ilerleyebiliriz. Ancak, bu tabii ki kolay bir yolculuk olmayacaktır. “Dosttan Dosta” adlı kitapta Üstad Ahmed Hulûsi de şöyle benzer bir ifade kullanmıştır “Ne var ki, her kozadan çıkış-her rahimden çıkış büyük zorluklarla olur! (1118)”. Şifremizi kırıp, “küpten çıkış” bizlere nasip olmuş ve kolaylaştırılmış olsun…

Hiç yorum yok: