Pazar, Eylül 16, 2007

İÇSELLİK-DIŞSALLIK

“Bir ben var benden içre” denmiş. Ne denmek istenmiş? Bu derin anlam içeren cümleyi incelemeye “ben” kelimesi ile başlayalım…

“Ben” demekle neyi kasdediyoruz? Kendi “zat”ımızı mı? Peki nedir bu “zat”? Neleri içeriyor?... Hani, “bu işi bizatihi ben yaptım” deriz. Buradaki “bizatihi” nedir? Yani o işi “salt” kendimizin yaptığını, bizden başkasının olmadığını, yapanın sadece ve sadece kendimiz olduğundan bahsediriz. Peki, o zaman bu bizim “zat”ımız neyi kapsamakta?
Kişiliğimizi yani bizi biz yapan, yani “ben”i “ben” yapanı… Bu da bazı sıfatlarla olmaktadır. Peki bu sıfatları kim belirliyor?!? Bu sıfatları dışardan bakan gözler mi yoksa biz yani ben mi belirliyor? İçsel bir anlaşma mı yoksa dışsal toplumsal bir antlaşma???...

Gelin fantastik gelebilecek bir yolculuğa çıkalım… İnsanlığın hizmetine sunulan nanoteknolojiden de yararlanalım. Yani mikro olarak ya da bir atom boyutu kadar küçülüp, bir kapsüle konup, bir vücuda enjekte edilelim… Bu fantastik seyahat daha önceki “DNA” yazımda da belirttiğim gibi birebir bir filmin (Innerspace, 1987) konusu olmuştur.

Bir vücudun içinde seyahatimiz başladı…. Etrafımıza baktığımızda neler görürüz? Kan damarları, hücre grupları, hücre gruplarının bulunduğu mekanlar (organlar) sonra bir mekandan başka fonkisyonu olan diğer mekanlara akış… Burada duralım ve bir soru soralım kendimize? Şimdi bu görüntülediğimiz, seyrettiğimiz oluşumlar nerede? Dışımızda mı? Yoksa içimizde mi? Biz nerdeyiz? Bir vücudun içinde mi? O vücud nerede acaba? O da nano olarak bakıldığında macro bir vücutta mı? Aslında burada sorulan sorunun cevabı hep dışarda!! gibi gözükmekte. Devamlı merkez aldığımız bir noktadan dışarı doğru açılma eğilimi ile baktığımızda, tabii ki beynimizden bize “dışarı” onaylaması yansıyacak.
Meselâ, bir hücrenin dillendiğini hayâl edelim!! Ona soralım; “sen neredesin” diye? Hücre herhalde önce “nerede” kelimesine takılır ve bize garip garip bakar? Çünkü, onun için mekan kavramı yoktur. O sadece kendindeki kodlu bilgiyi işlemektedir. Yani kendisindeki bilgiler dolayısıyla vücuttaki görevini yerine getirmektedir ve kendinde herhangi bir mekân kavramı olmadan bu işleme devam eder. Dolayısıyla da hücre için “dışsallık” diye bir kavram mevcud değildir. Hatta o, hücre grupları ile oluşmuş bir organı bile algılamamaktadır. Algıladığı anda ve bir organın parçası olduğunu kabul ettiği anda, kendini “dışarda” bulacaktır!! Aslında onu dışarı atan yoktur. O, kendi kendine “dışarı oyunu”nu oynar.

Mikro hücreden makro hücreye yani bize döndüğümüzde de aynı durum geçerli. Dışımızda bir kişiye baktığımızda onu bizim dışımızda algılıyoruz ve o kişiyi kendimizdeki bilgiler kapsamında değerlendiriyoruz ve hatta karşımızdakini kendimizde buluyoruz. Bu buluşu da içsel bir durum olarak kabul ediyoruz. Halbuki bu buluş dahi bir dışşallıktır!!! Karşımızdaki kişi, ne bizim dışımızda ne de içimizde!! Bir düşünün bir hücre, bir hücreye bakıp: “Sen bensin ben de sen” ya da “aslında ben sende kendimi buldum” der mi?!?...

Belki de yaşantımız içinde!! (burada “içinde” diyorum ama içinde demek dışında bir yaşantımızın olduğunu kabul etmek değil aslında) kendimizi bir hücre gibi hissetmek ve tıpkı o hücrenin sorgulamadan kendisindekini açığa çıkararak yaşaması gibi, biz de yaşantımızdaki tüm oluşumları sorgulamadan, kendimizdeki potansiyeli ortaya çıkararak yaşamalı ve dışımızda bir dünya yanılsamasına kapılmadan, dışsallığı bir tarafa bırakıp aslında “içsel” kelimesinin bile hükmünü yitirdiği bir noktada seyrimize devam etmeliyiz.

2 yorum:

galatasarayli dedi ki...

Üstad Ahmed Hulûsi’nin son yazıları ile biraz da olsa, “İnsan gibi düşünen...” cümlesi ile işaret edilen anlayış tarzından sıyrılmaya başlıyoruz şükürler olsun.
Özellikle “DATA” isimlendirmesi ile işaret ettiği ANLAM merkezli bir bakış açısı oturmaya başlıyor bizlerde, en azından ben! de sanırım...

Sonra, dataLAR–DATA gibi kavram karışıklıklarının ilk aşamada oluşması da son derece normal, görmüyor musunuz?
İstanbul’da devreye girecek olan metrobüsler ilk seferinde nasıl karıştırdı trafiği, bu yüzden “YENİ” bir şey ilk anda beyin trafiğini karıştırmıyorsa eğer, O’ anlaşılmaya başlanmamış demektir, bu yüzden bu konuda da rahat olmalı, işler yolunda demektir...

“ben”! eğitimi çok iyi biri olmadığımdan, anladığımı size altı yaşında çocuğuMa aktarır gibi anlatmaya gayret edeceğim, ya da Amerika mahkemelerinde jürinin anlayabileceği dille ifade edeceğim çünkü becerim ancak bu akılda olanlara anlatabileceklerim kadar şimdilik.
Artık sürç-ü lisan ettiysek affola demeyeceğim zira ben kendimi affederek karalıyorum düşüncelerimi, size kalan kısmı sizi ilgilendirir.

“ben”! kelimesi kadar çok kullanmayız belki de hiç bir kelimeyi gündelik yaşamımızda, hatta hayatımız boyunca. Saydınız mı hiç, ne kadar kullandınız “ben”! kelimesini, sayamazsınız eminim...

Peki “Ben” kelimesi, “Ben”! zamiri ne demek bakalım, biz dünyalılar neden “Ben”!diyoruz, “Ben”’siz yaşayamıyoruz.

“Ben”! dediğinizde aslında size ait bir takım özelliklerin toplamını dile getiriyorsunuz, mesela “ben”! cesaretliyim, “ben”! güzelim, “ben”im boyum uzun, “ben”im aklım kısa, “ben”im saçım güzel, “ben”! hızlı koşarım, “ben”! rahat oruc tutarım, “ben”! çok namaz kılarım vb.... “ben”! “ben”! “ben”...

Dikkat edin burada aslında “BEN” i anlatmıyor, “BEN”e aitMİŞ gibi görünen özelliklere işaret ediyorsunuz. “BEN ASLINDA SADECE SİZE AİT OLAMAYAN ,TÜM VARLIĞA AİT OLAN SOYUT bir kavram.

Çünkü “BEN” kelimesi “TEK” başına bir yerde durduğu an hiç bir anlam ifade etmez sanki, Ahmed Hulûsi’nin “HİÇ BİR ANLAM ihtiva etmeyen, VERİ” dediği DATA gibi...

Şimdi “BEN” şekilsiz şemalsiz sanki, eskilerin “vücud kokusu almamış” dedikleri ya da yenilerin “hiç bir anlama bürünmemiş” dediği bu kelime için “BENler” diyemezsiniz.

Bir başka bakış açısı ile bir alt seviyeye inelim, Cengiz var! “ben” diyor, Aslı var! “ben” diyor, Nuri var! “ben” diyor. Doğru mu?
Evet diyorlar, hatta dedik ya her bir birim hayatı boyunca “ben” deyip duruyor, yaşanan apaçık bir gerçek bu...
İşte buradaki “ben”ler az önce bahsettiğimiz anlam kazanmamış-mücerred “BEN” olmaktan çıkıp belli özelliklere bir işaret olarak ortaya çıkıyor işte artık “BEN” oldu benLER....
Sanki Ahmed Hulusinin DataLAR dediği anlatım..

Diyebilir miyiz, “BEN” den koptu “ben”ler ve bir çok ben oluştu, asla!...
Çünkü belirli özelliklere işaret eden, Cengiz, Aslı,Nuri ismi ile ortaya çıkan “ben” ler her zaman SOYUT “BEN”in belli özelliklerle açığa çıkışından başka bir şey değil.
“Bir BEN var benden içeri....” diye anlatılmaya çalışılan oluşum.Belki de.

İşte dataLAR, DATA dan koptu da dataLAR oldu değil , DATA dediğimiz anlamsız veri , anlamlandırıldığı zaman bakana göre, bakanLARA göre dataLAR diye dillendirildi, oysa DATA hep DATA dır, “lem yelid velem yuled”.

İşte DATA’ nın ilk anlam kazanması RUH’tur, diğer bir gözle “BEN”in kazandığı bir anlam ile Cengiz açığa çıktı ve “BEN”! Cengizim diye kendi mürrekkeb yapısına “ben” dedi, RUH un mürekkep yapısı Hakikati Muhammedi-Esma Mertebesi..
Sonra Cengiz’i dışarıdan gözlemleyenler onun KENDİLERİNCE gördükleri belli özelliklerine isim verdiler (cesur, eli açık, yakışıklı vb...), işte Hakikatı Muhammediye’nin-esma mertebesinin-mürekkeb halinin- gözlemlenen özellikleri İNSANCA isimlendirildi-esma diyilerek, elbette bu isimlendirme gelişi güzel değil, ancak İNSANCA isimlendirildi ve bu isimlerle anlatıldı.

“BEN” ve “ben” birbirinden kopuk değil farklı bakış açılarının sonucu dile getirilen kelimeler. “DATA” ve “datalar” da olduğu gibi.

Şimdi bu ayrım neden varMIŞ gibi.. onu irdeleyeyim...

“BEN” ışık hızı üzerinde, bir düşünce, bir biliş o yüzden “BEN”- “ben” diye dillenince indinde hiç bir zaman “BEN” dışında bir “ben” oluşturmuyor. Oysa “ben” ışık hızı ile başlayan bir maddeleşme içinde belki eskilerin “esfeli safilin” dedikleri oluşum gereği “ben” deyince her ne kadar “BEN” olmuş olsa da “BEN” den ayrı düşüyor.
“Eferaeyte menittehaze ilahehu hevahu”

İşte Cengiz, Nuri “BEN”i düşünce hızı ile kavrarsa aslında hiç bir zaman “ben” olarak ayrı düşmeyecekler “BEN” den..

“DATA” dan varlığını alan noktaların “DataLAR” olarak hissedilmesi de bu düşünce hızından düşüş sonucu sanırım.

YENİ yazısında, Ahmed Hulûsi’nin “FUAD” konusu ile bambaşka bir bakış açısı getirdiği paragrafı okuyunca, eskilerin “FUAD”ı et –kemik kalpte araması ne kadar komik geliyor, hatta Ruh için “sol memenizin altındadır” gibi lokasyonlarla et bedende tarif etmeleri, neleri kaçırtmış bir kaç kuşağa.
Aman, sakın bu anlatımları hafife aldığımı SANMAYIN..
Onlar doğrusunu anlattılar, “Bedenleriniz ruhlarınızdır, ruhlarınız bedenlerinizdir” ve “Zâhir, Bâtındır” uyarısı istikametinde, iyi onlar öyle anlattıda, anlayanlar nasıl anladı orası karışık!

Kalp çıkarılıp bir başka kalp takılınca,kalp nakli yapılınca müslümanlar apışıp kaldı, ilk apışıklığa işaret olarakda “efendim, takılan kalp müslüman kalbi mi, gavur kalbi mi” dediler neyse YENİLEYİCİ hazmettirdi bunu da...
Ancak, sonra birde pilden-battery kalb çıktı, onu daha çözemediler nerede kara nokta- Sevde-i Âzâm pilden kalbte, neredeki fuad makineden kalbte...
Hala çözmüş değiller, camilerde anlatılan masallardan anlayabilirsiniz bunu.
Düşünmekde istemezler, işlerine gelmez yoksa dinleri çökecek başlarına altında kalacaklar onca anlayışsızlıklarının, Akut falan da kurtaramaz o enkazlarından onları..
Neyse, dedikodu değil amacım...

BiliNmek istemekle var olan Tek Kare Çok Boyutlu Resim, Evrensel holografik gerçekliğe işaret eder, yani her dalga boyunun evrenin her bir karesinde AYNI ile mevcut oluşuna, hadi biz buna POTANSİYEL olarak- Kuvve olarak bulunuşuna diyelim-string boyutu, HOLOGRAMİK gerçeklik ise evrenin herhangi bir noktasında bir “ben”in mesela, İNSAN’ın bunu beyninde açığa çıkarması yani POTANSİYELİ değerlendirmesi ve açığa çıkarması ile “BEN” projeksiyonu ile tüm dalga boylarını değerlendirmesi ve kendini-“ben”i dahi “BEN” projeksiyonu ile tanıması işte bu özelliğin BEYİNDE ilk andan varolmasının anlatımı FUAD...
Bakın bunu nasıl anlamış avam:
“ceninin kalbinin ilk atışı..”
"kâlb öncesi zamanlar vardı... sonra mucize gerçekleşti, kâlbin oluşum süreci tamamlandı. emir geldi ve kâlb atmaya başladı... o ilk darbe ânı ve hareketin başladığı hayat noktası 'fuad' ile sarsılır cisim... gücü vardır, sesi vardır, ritmi vardır..."

Beyinde varolan bu özellik, yani tüme ayna olabilme özelliği ayna nöronlarla anlatıldı ve bu ayna nöronlarla bu özellikleri kendinde açığa çıkaramayanlara da ayet dedi ki:
“ve ef`idetühüm heva”
tersine değerlendiren açığa çıkaranlar içinde;
“ceale lekümüs sem`a vel’ ebsara vel’ ef`idete lealleküm teşkürun”.
İşte “bir “BEN” var “ben” den içerü...” diyebilen de göz gördüğünü yalanlamadı nasıl yalanlasın ayna oldu gördüğüne AYNI ile...

hayri dedi ki...

tekvir suresinde gecen kiyamet alametlerini ahmed hulusinin ezber bozan yeni kavramlariyla irdeledigimizde vehmin etkisinde kalmis akil ve onun yandasi fikirlerin günes ve yildizlarin düsmesi misali, degerini yitirdiginde, kendini sorgulayan bilinc beseriyet topragina nasil diri diri gömüldügünü farkeder tipki cahiliye devrindeki diri diri gömülen kiz cocugu misalinde oldugu gibi.bu yüzden sahte degerlerin ufkumuzu kararttigi dünyamizda mutlak ilim günesinin parildamasi icin ahmed hulusi gibi bir degerin var olusuyla mümkün görünüyor,onun vesiylesiyle aydinlanip yenilenenlerin sayisinin artmasi dilegiyle.