Salı, Ağustos 14, 2007

İKİ AYRI DÜNYA MI ŞU BEYİN?



Hiç “kallozotomi (korpus kallozum)” diye bir terim duydunuz mu? Geçen gün yeni başlayan bir dizide (3LBS) bu terim kullanıldı. Kallozotomi, beyin kortekslerini ayıran yapının (korpus kallozum) kesilmesi ile beynin iki lobunun ayrılması olayı. Dizide doktorlar, bir hastanın sağ ve sol lobunu birbirine bağlayan bu yapıyı kesip, iki lobu birbirinden ayırıyorlar. Şimdi siz “ne var bunda?” diyebilirsiniz. Gelin bir düşünelim… Sağ lob ile sol lobun birbiriyle ilişkisi kesilirse ne olur acaba?... Bu sorunun cevabından önce kısaca pek çok kaynakta yazan sağ lob-sol lob fonksiyonlarından bazılarına bir göz atalım:

“Sol beyin; ardışık, mantıksal, matematiksel, konuşma ve dil öğrenme, gibi fonksiyonlarla yükümlüdür ve tekten tüme gider.Sağ beyin ise; hafıza, hisler, görüntüler ve farkında olmadığımız fonksiyonları yönetir, şekilleri tanır ve tümü görür. Bu nedenle sol beyinden 100 kat daha hızlıdır. Ama esas yönetici sol lobtur ve sağa emir verir.
Sağ beyin parçadan bütüne gitmez, rasgele işler. Geçmişten ve gelecekten noktalar işaret eder. İnsanlığın ortak aklı ile haberleşir, frekansları, titreşimleri algılar ve yorumlar. Ancak onun bütün bilgilerini bildiğimizi aslında biz bilmeyiz. Çünkü sağ beyin yaşadıklarını, hislerini duyumsamak konusunda uzmandır; ancak bunları ifade etmek, sıralamak becerisinden yoksundur. Sol beyin, zincirleme zekasıyla kendini ancak diğer insanlarla kıyaslayarak anlar, sağ beynini ağırlıklı olarak kullanan insan ise insanlar arasındaki binde birlik farklar yerine bütüne odaklanır ve kendini bütünün içinde tanımlamaya çalışır.”

Şimdi sizlere aşağıda adresini verdiğim videoda geçenleri de kısaca aktarmak istiyorum. Böylelikle yukarıdaki sorunun cevabına yaklaşmış olabiliriz.

“7 yıl önce Joe’nun “yoğun epilepsi” rahatsızlığı yüzünden sağ lobu sol lobundan ayrılıyor. Ameliyattan sonra, bir doktorla birlikte bazı deneysel çalışmalar yapılıyor. Doktor, bir ekranın sağ tarafına bir resim yerleştirdiğinde, Joe objenin adını söyleyebiliyor. Çünkü beynimizin sol lobu vücudumuzun sağ tarafını kontrol ederken, beynimizin sağ lobu vücudumuzun sol tarafını kontrol etmektedir. Bundan dolayı, Joe beynin sol lobun fonksiyonu olan sözel iletişimi kullanarak sözlü olarak yani konuşarak objenin adını söyleyebiliyor. Diğer yandan doktor, kendisine ekranın sağ tarafında bulunan bir objeyi gösterdiğinde konuşamıyor ve sol eli ile objeyi çizerek- bu da sağ lobun bir fonksiyonu- iletişim kurabiliyor.”
http://www.youtube.com/watch?v=ZMLzP1VCANo

Aynı şekilde seyrettiğim dizide (3LBS) de hasta kallozotomi (korpus kallozum) ameliyatı ile iki lob arası bağı kesiliyor ve iki lob birbirinden ayrı fonksiyonlar ortaya koyuyorlardı. Bir düşünsenize… Genel özellik ve fonksiyonları açısından sağ ve sol diye ikiye ayrılan beyin, birbiri ile bağlantıyı sağlayan kısım alındığında iki ayrı beyin gibi davranmaktadır ve özellikle sağ lob bağlantı koptuktan sonra sol lobtan emirleri alamamakta ve sadece kendisindeki bilgiler doğrultusunda hareket etmektedir ki bu da ortaya çok ilginç tablolar çıkarmakatadır. Örneğin, hasta bir eli ile hırkasının önünü açarken diğer eli hırkayı kapatmaktadır. Bir diğer örnek, daha önce mantıklı olarak verdiği kararı şimdi kabul etmemekte ve önemli bir konuda daha önce olumlu yaklaştığı konuya olumsuz olarak tepki vermektedir. Sanki iki ayrı insan tek bir beyinde!!...

Bu arada, 8 Ağustos 2007 tarihli Füsun Saka, yazdığı yazıda beynin iki lob değil, 4 loba bölünerek de incelendiğini ve beyin lob çalışmalarına göre renklere ayrıldığını ve kişiliğinizin bu şeklide belirlendiğini okumaktayız.
http://www.hurriyet.com.tr/saglik/7046838.asp?gid=161&a=458667

İki yerine dörde bölünen loblar…. İkiye bölünmesini ve bu bölünmenin etkilerini bile düşünmek ve yaşayanlardan gözlemlemek oldukça zorken, beyni daha çok kısımlara ayrırarak, bu çok kompleks olan yapıyı bana göre anlamada daha zor bir hale sokmaktayız. Belki de şöyle düşünmeliyiz: Beyni tek bir “bütün” halinde görmeli ve bu bütün içindeki her devrenin yani her nöron aktivitesinin aslında hologram tekniğine göre aynı evrensel özden-data ile kodlandığını ve tıpkı vücudumuzdaki her organın bir işlevi olduğu gibi her nöronun da kendi kapasitesi doğrultusunda datayı yansıttığını… Peki, bu bizi nereye götürmekte? Beynimizi daha iyi tanımak için onu kaça bölersek bölelim ve ne kadar beynimiz ve kısımları konusunda bilgi edinirsek edinelim, bu çalışmalar bizi bir tek yere götürüyor: kendimizi tanımaya, potansiyelimizi keşfetmeye ve böylelikle evrensel özün, datanın bizden ortaya çıkmasına…

Peki, acaba bizler ve iki lobumuzun iletişimi kopmadan, şu an bu satırları okurken bu iki lob arasındaki iletişimi ve o iletişim ile meydana gelen iletişimlerin ne kadarının bilincindeyiz? Beynimizin “bazı!!”fonksiyonlarını öğrenmemize rağmen ne kadar beyin sağlığımız ve gelişimi için çalışmaktayız? Acaba kaçımız biz insanlara ulaşan, “değerli” beynimiz için gerekli en “yararlı” çalışmanın farkındayız?
Bakın aşağıdaki yazıda neler deniyor:

“Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibariyle bioelektrik enerji üretip, bunu dalga enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan manâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasite ile çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, klâsik bir yaşam türü geçirir... Bildiğimiz herkes gibi...Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür!..Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir halde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu ZİKİR'den geçer.ZİKİR ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grubları arasında üretilen bioelektrik enerji, zikrin devamı halinde bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilâve ederek devreye sokar.ZİKİR, konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikâmette de faâliyet gelişir.”
http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dua/

Beynimiz vücudumuzun belki de en önemli organı ve bu organ sanki iki kısımdan ibaret gibi gözükse de, derinlemesine bakıldığında sanki çözülmeyi bekleyen bir kablolardan, ağlardan oluşmuş bir kara kutu, bambaşka bir evren sayısız bağlantıları olan. Ancak bizlerin beyin kullanım kapasitesi sınırlı ise ve amacımız evrensel TEK’in özelliklerinin yani datanın bizden ortaya çıkması ise, yapılması gereken sağ lob ve sol lob ayrımını bırakıp, beynimizi bir “bütün” olarak ele alarak, onu en kısa zamanda geliştirmektir. Bunun için de en etkin ve verimli olan çalışma “zikir”dir. Bu konuda bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalardan en önemlisi-Scientific American Dergisi Ocak 1994 sayısında geçen makalede yer almıştır- Sayın Ahmed Hulûsi’nin 1991 yılında yayınladığı “Dua ve Zikir” adlı kitabında bahsettiği zikrin beyin üzerindeki önemini destekler niteliktedir.
http://www.ahmedbaki.com/turkce/kitaplar/dua/

Son olarak, Iowa Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri bölümü, Çocuk nörolojisi bölümünde araştırmacı bilim adamı olarak çalışan Dr. Bahri Karaçay’ın fikirlerine bir göz atalım ve bu konu üzerinde dikkatlice düşünelim: “Beynimizi kullanmamızla yani düşünce gücü ile genlerimizin işleyişinde, çalışma seviyelerinde değişiklik meydana getirebiliriz. Düşünme biçimimizle genlerimizin çalışmasını etkilediğimize göre beyin çaliştirma teknikleri ile bunu düzenleyebiliriz.”

1 yorum:

ESİN TEZER dedi ki...

Bana göre çok mükemmel bir yazı olmuş yazınız.Çok beğendim.

Beynin bilinmeyen özellikleriyle ilmi kapasitesini kullanma özelliğini bağdaştırmanız gerçekten de çok güzel olmuş.

Başarılarınızın devamını diliyorum...
Esin Tezer